Yüzyıllardır süregelen “hak arama” mücadelelerinde görülüyor ki, tasarım ve sanat çok farklı koşullarda var olabiliyor. 1800’lerde yaşanan Paris olaylarında sokaklara yığılan mobilyaların oluşturduğu barikatlar, 2011’de Tahrir Meydanı’nda toplanarak sosyal medya aracılığıyla protesto yapan insanlar, veya Gezi Parkı’nda buluntu eşyalarla oluşturulan mekânlar gibi.
Bu konuyu görsel anlamda en iyi işleyen sergilerden biri; 1964-2014 yılları arasındaki kamusal alan eylemlerine odaklanan ve 2016 – 2019 yılları arasında Van Abbemuseum’da gerçekleşen Who Owns The Street? isimli sergiydi.
Konuyu farklı bir şekilde ele alan bir diğer sergi, 26 Temmuz 2014-1 Şubat 2015 tarihleri arasında Londra’da Victoria and Albert Museum’da gerçekleşen Disobedient Objects, yani İtaatsiz Objeler idi. Objelerin sosyal değişim amaçlı eylemlerdeki rollerini irdeleyen bu sergi, politik aktivizm ve kolektif akılla yaratılan önerileri bir araya getirdi. 1970’ten 2014’e gerçekleşen eylem ve protestolarda görülen örneklere yer veren bu serginin en önemli özelliğiyse, sanat ve tasarım kaygısı olmadan, elde bulunan objelerle anı kurtarmak amaçlı üretilen nesneleri bir araya getirmiş olmasıydı. Bu bağlamda sanat ve tasarımı sergilemeyi standart kalıbından çıkardığı ve sosyal değişime katkı sağlayan bu nesneleri belgelediği için Disobedient Objects zamansız ve oldukça değerli.
Sergide, 34 yıl içinde gerçekleşmiş eylemlerde önemli rol taşıyan ürünlerin yapım süreçleri How-To guides isimli posterler serisinde infografikler ve metinler yardımıyla anlatılıyor. Bu ürünlerin her biri ne kadar anlık ve “tasarlanmamış” olsa da, aslında posterler vasıtasıyla belli bir plan ve üretim kalıbına sokulmuş oluyorlar. Bu sayede her ürün, aynı adımlardan geçerek farklı ülkelerde, farklı eylemler sırasında yeniden üretilebiliyor, birbirine hiç benzemeyen durumlarda kullanılarak yeni anlamlar kazanabiliyorlar.
Elde bulunan objelerle farklı işlevlerde ürünler yaratmak ne kadar anlık bir ihtiyaç sonucu oluşsa da, incelenen eylemlerle bağdaştırıldığında bu objelerin kullanıldığı yerler, o ülkenin politik ve kültürel bağlamında ne ifade ettiklerine göre çokça bilgi de barındırıyor. Bu bilgiler, geçmişi belgelemek ve geleceğe yön verebilmek adına değerli bir kaynak oluşturuyor. How-To guides’da bulunan Makeshift Tear-gas Mask örneği, 2013 yılında Gezi Parkı eylemleri sırasında aktivistlerin plastik şişe, lastik ve strafor şeritlerinden üretmiş olduğu maskelerin yapımını gösteriyor. Bu maskelerin benzerleri 2014 yılında Venezuela’nın Caracas şehrindeki protestolar sırasında da kullanıldı. How-To guides’dan bir diğer örnek olan Book Bloc Shield ise, 2010 yılında İtalya’da öğrencilerin eğitim alanındaki desteklerin kesilmesi üzerine düzenledikleri eylemlerde plakalarn üst üste koyulup birleştirilmesiyle oluşan kalkanların üretim şeklini gösteriyor. Bu hızlıca hazırlanabilen kalkanların kullanımı, sonraki yıllarda Avrupa’daki birçok eylemde tekrarlandığını biliyoruz.
Kamusal alanı protesto ya da eylem amaçlı işgal etme tarihte çoğu kez aynı şekilde sonuçlanıyor. İşgal süre veya şekilleri her eylemde, her tarihte ve konumda değişkenlik gösterse de, sonuçta yaşanan müdahaleler benzer oluyor. Bu müdahaleleri öngörebilir kılmak, aktivistler için hayati önem taşıyabilir. Bu anlamda How-To guides gibi örnekler, kişinin eylem hakkına saygı gösterilmeyen durumlarda kendini korumak için kolay ve hızlı çözümler sunuyor. İtaatsiz objelerin gelecekteki eylem ve protestolara şekil verebileceği fikri bir kırılma noktasına işaret ediyor. Çünkü bu şekil verme sonucunda kişisel hakların nasıl savunulacağına dair herkesin bilgi sahibi olabilmesi, belki müdahaleci/ kontrolcü kısmın yumuşamasını, hatta daha zararsız hale gelmesini sağlayabilir.
Bu alanda bana ilham veren bir diğer örnek, Donghwan Kam tarafından 2019 yılında tasarlanan bir ürün; Hong Kong’daki protestolar sırasında polisin yoğun biber gazı kullanımına karşı, plastik şişelere geçirilerek gözleri yıkayabilmek için tasarlanan bir ek parça. sendittoyourfriends.com isimli bir sitede yayınlayarak, insanların 3D yazıcılar ile evlerinde üretebileceği bir açık kaynak olarak sunuluyor. Bu proje, her ne kadar üretim metodu olarak İtaatsiz Objeler serisinden farklı olsa da, yaymaya çalıştığı fikir ve ortaya çıktığı aciliyet bakımından benzerlikler taşıyor.
Kent planlamacıların, mimarların ve tasarımcıların, “over-design” diyebileceğimiz, her alana ve parçaya bir işlev yükleme çabasının bu tip örneklerle nasıl yok olduğunu görmek bana keyif veriyor. Çünkü hayatı bir anlamda şekillendiren ve kullanıcılara ürünler/ sistemler sunan biz gibi kişilerin her zaman göremediği ama kullanıcıların doldurduğu bu boşluklar bir yerde bizlere gündelik hayatın ihtiyaçlarını göstermiş oluyor. Yaşadığın yeri ihtiyacına göre değiştirebilmek, kişisel olarak aktif ve yararlı olabilmek sosyal değişimin ilk halkası. Bunu açıkça izleyiciye gösteren Disobedient Objects sergisi her ne kadar bir sanat mekânında ve kısıtlı müddet boyunca açık kalmış olsa da, üretmiş olduğu tüm fikirler ve yayınlarla bizlere gelecekte de konuşabileceğimiz önemli bir arşiv bıraktı.
*Bu yazı, 2018 yılında yayınlanan Design Unlimited’ın 5. sayısında yayınlanmış İtaatsiz objeler isimli makaleden alınmış ve güncellenmiştir.
Yazar: Liana Kuyumcuyan