Paris Anlaşması, 2030 Hedefleri gibi iklim krizini durduracak eylemlerin pik yaptığı bir dönemde bir de dönüp geçmişe bakmak gerekiyor. Bugün neden bu noktada olduğumuzu ve neden söz konusu yaptırımlara ihtiyaç duyduğumuzu ayrımsayabilmek adına geçmişteki ayak izlerimizin farkında olabilmemiz şart.
Bireysel bir farkındalıktan da öte, sürdürülebilirlik konusundaki girişimlerini gün geçtikçe artıran ülkelerin aslında içinde bulunduğumuz çıkmazı yaratan en büyük faktörler olduğunu söylemek mümkün. Özellikle Çin ve ABD gibi endüstriyel faaliyetleriyle karbon emisyonu grafiklerinin başını çeken ülkeler, iklim krizini önlemek için çok daha büyük çaplı adımlar vadediyor. Hatta pek çok veri grafiğinde normal bir insanın ve ABD’de yaşayan bir insanın verilerinin ayrı başlıklarla girildiğini de söylemeden geçmeyelim.
Peki endüstri devriminden bu yana ABD’nin kara listelerin başını çekme yolculuğu nasıl gerçekleşti? ABD’de yaşayan sıradan bir vatandaş nasıl karbon emisyonuna herhangi birimizden daha fazla katkıda bulunabiliyor?
Dünyanın karbon emisyonu bilançosu
İnsansal faaliyetlerimiz avcılık ve toplayıcılıktan başladı, bugün bulunduğumuz noktada otomasyonu da barındıran endüstriyel adımlar ile devam ediyor. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan “İklim Değişikliği 2021: Fiziksel Bilim Temeli” çalışmasına göre küresel ısınma, insan faaliyetlerinin etkisiyle son 2 bin yılda görülmemiş bir oranda arttı. Atmosferdeki karbon emisyonu yoğunluğu ise 2019’da 2 milyon yıl içinde en yüksek seviyesine ulaştı.
İklim değişikliğine odaklanan bir araştırma sitesi olan Carbon Brief’e göre ABD 1850-2021 arası dönemde küresel karbon emisyonunun %20’sini oluşturuyor. ABD’yi ikinci sırada %11’le Çin takip ederken, Rusya (%7), Brezilya (%5) ve Endonezya (%4) de takipçi ülkeler arasında.
Almanya ve İngiltere gibi sömürgecilik sonrası ülkeler ise denizaşırı emisyonların dahil edilmediği bir senaryoda %3-%4 bandında bir katkı ile listeyi devam ettiriyor.
Kümülatif CO2 neden önemli?
Kümülatif kelimesi kulağa olumlu bir intiba bırakacakmış gibi gelse de, bu inceleme için pek de öyle olduğunu söyleyemiyoruz. İnsan faaliyetlerinin akabinde salınan CO2 miktarı iklim krizini üzerinde doğrudan rol oynuyor. Özellikle son 70 yılda gerçekleştirilen insan faaliyetlerinin bugün konuştuğumuz rakamların üzerindeki etkisini rakamlar üzerinden gözlemlemek mümkün.

Kaynak: Carbon Brief
Ormancılık ve arazi kullanımına dair katkı rakamları belirli bir düzeyde seyrederken 90lı yıllarda Endonezya ve Asya’nın belirli bölgelerinde yaşanan orman yangınları oranların hızlı bir şekilde artmasına neden oldu. Fosil yakıt kullanımlarını ise yumuşak bir dille ele alamayacağız. Çünkü son 30 yılda iki, son 60 yılda dört katına çıkan fosil yakıt kullanımı verileri geldiğimiz noktanın temelini oluşturuyor. Mobil şehir içi ulaşımın beklenen kadar yaygınlaşmaması, bireysel araç kullanımının büyük artış göstermesi gibi etkenler bu oranları besliyor. Elbette bireysel etkinin yanı sıra hükûmetler tarafından teşvik ve yasal düzenlemelerin uygulanması çözüme giden yolda şart.
ABD’nin karbon emisyonu verilerinde diğer ülkelere fark atmasının sırrı ne?
Elbette bu ilham alınması gereken bir püf nokta değil. Aksine ibret alınması gereken bir çatlak olarak tanımlayabiliriz. Büyük arabalara, büyük evlere, gösterişli yapılara, absürd teknolojik aletlere olan ilgisiyle ABD, iklim krizinin en büyük sorumlusu olarak konumlanıyor.
Kasım 2019’da, Trump döneminde Paris İklim Anlaşması’ndan çekilen ABD sorumluluğunu üzerinden atarak tartışmaları alevlendirmişti. 2021 yılında resmi olarak anlaşmaya tekrar dahil olsalar da, attıkları ilk adım ile pek çok ülkeyi emisyon vaatlerini sorgulama konusunda olumsuz bir yolda teşvik ettiklerini söylemek mümkün. Ekonomik açıdan en büyük ve en dinamik ülkelerden biri olarak elini taşın altına koymaktan bu denli uzak durması, diğer ülkelerin aldığı inisiyatiflerin değersiz hissettirilmesine neden oluyor.
Trump’ın Paris Anlaşması’ndan ayrılmaktaki en büyük motivasyonu ise ciddi çaplı emisyon vaatlerinin ekonomiyi boğacağı ve işsizliği besleyeceği yönündeydi. Ülkedeki üretim ve fosil yakıt endüstrisinden gelen baskılar ise bu kararın alımını hızlandırdı. Hatta seçim kampanyasının ana maddelerinden birini Paris Anlaşması’ndan ayrılmak olarak belirleyen Donald Trump, bir nevi bu ayrılıktan kâr edebilecek tüm sektör liderlerinin desteğini kazanmış oldu.
Bugün dünya nüfusunun %4’ünden fazlasını barındıran ve fosil yakıt kullanımı pik seviyede olan ülkeyi peşinden gelen diğer ülkeler ile karşılaştıralım. Nüfus tartışmalarına açıklık getirmek için önce Çin’de Amerika Birleşik Devletleri’nin dört katı kadar insan olduğunu söylemek gerek. ABD’nin %20, Çin’in ise %11 bandında seyretmesinin nedeni ise Çin’de yaşayan vatandaşların hâlâ ortalama olarak ABD’de yaşayan birinden çok daha az fosil yakıt tüketmesi olarak karşımıza geliyor. Tipik bir Amerikalı ayrıca Avrupa veya Japonya’daki ortalama bir kişinin kabaca iki katı ve Hindistan’daki ortalama bir kişinin 10 katı karbon emisyonuna katkıda bulunuyor.