Yarın Dünya Tembellik Günü! Kalabalıklar arasında koştururken, telefonda bir şeylere yetişmeye çalışırken ya da gün sonunda yorgunluktan bitap düşmüşken içimizde tanıdık bir ses yankılanıyor: “Bugün yeterince verimli oldun mu?”
Üretken olmak neredeyse bir karakter özelliğine dönüşmüş durumda. Yalnızca işte değil; boş zamanlarımızda, tatilde, hafta sonunda ya da yolda yürürken bile bir şey üretmemiz, gelişmemiz, katkı sunmamız bekleniyor. Bu beklentiler sessizce büyürken, durmak, yavaşlamak, hiçbir şey yapmamak giderek daha zor ve neredeyse ayıp olarak nitelendiriliyor.
Tam da bu yüzden Dünya Tembellik Günü basit bir şaka değil, önemli bir hatırlatma olabilir. Durma hakkını, yavaşlama hakkını ve hiçbir şey yapmamanın da insanı tamamlayan bir hâl olduğunu yeniden düşünmeye çağırıyor bizi.
Üretkenlik Yalnızca İşte Değil
Modern kent yaşamı sadece mesai saatleriyle değil, zihnimizde sürekli dönen yapılacaklar listeleriyle de şekilleniyor. Yapmadıklarımız için suçluluk duyduğumuz, durduğumuz anlarda bile zihinsel bir koşturmacaya devam ettiğimiz bir düzenin içindeyiz.
Kahve içerken bile bir şeyler okumalıyız. Yürürken podcast dinlemeliyiz. Tatildeysek, bu zamanı da “verimli” geçirmeliyiz. Boşlukları doldurmak bir refleks halini aldı.
Ama bu düzen bir şeyi unutturuyor. Dinlenme de üretkenliğin parçası değildir; dinlenme, kendi başına bir ihtiyaçtır. Hatta bir haktır.

Bazen dışarıdan tembellik olarak algılanan şeyler ruhumuzu onarabilir. Kaynak: Pexels
Zihinsel ve Bedensel Dinlenme Hakkı
Zihinsel yorgunluk, ekran karşısında geçirilen saatlerle, sürekli bildirim bombardımanıyla ve “bir adım daha atma” zorunluluğuyla her yere sinmiş durumda. Ancak bunun yanında bedensel yorgunluk da, yetersiz hareket ya da aşırı tempo arasında gidip geliyor. Ne oturabiliyoruz ne de uzanabiliyoruz. “Boş durmak” deyimiyle bile aşağılanan bu durma hâli, oysa insanın kendini onarabilmesi için en temel ihtiyaçlardan biri.
Hiçbir şey yapmamak, aslında durup düşünmeye alan açmaktır. Hatta çoğu zaman düşünmeden durmaktır. Gündelik hayatın akışında bu tür boşluklar kayboldukça, biz de zamanla kendi ritmimizi kaybediyoruz. Oysa dinlenmek, tembellik etmek, yalnızca bireysel ihtiyaç değil; sosyal ve kültürel bir mesele. Çünkü sürekli hareket hâlindeki bir toplum, ancak bazılarını dışarıda bırakarak dönebilir.
Herkes Dinlenebiliyor mu?
Bu noktada bir adım daha geriye çekilip şu soruyu sormak gerekiyor: Gerçekten herkes dinlenebiliyor mu? Dinlenme hakkı, mekânsal, sınıfsal ve cinsiyete dayalı eşitsizliklerden bağımsız bir şey değil. Kimilerinin bir parka gidip nefes alması mümkünken, kimileri için kamusal alan bile dinlenilecek yer değil; güvenlik kaygısı, görünürlük baskısı ya da dışlanma riskiyle dolu bir zemin.
Dinlenme hakkı yalnızca özel alana sıkıştırıldığında, kent yorgunluğu toplumsallaşıyor. Oysa kamuya ait bir bankta, bir parkta, bir meydanda hiçbir şey yapmadan oturmak, konuşmak, uzanmak da bir hak. Kentler, yalnızca çalışmak ve hareket etmek için değil; hiçbir şey üretmeden, sadece “var olmak” için de tasarlanmalı.

Tembellik hakkımız, hem de hepimizin! Kaynak: Unsplash
Yavaşlamaya Yer Açmak
Bu noktada tembellik artık sadece kişisel bir alışkanlık değil, politik bir duruş olabilir. Tüketmeye, hızla karar almaya, sürekli yeni hedefler koymaya zorlayan bu düzende tembel olmak, yani durmak ve yeniden düşünmek başlı başına bir karşı duruştur.
Üstelik doğayla da daha uyumlu bir hâl. Çünkü üretmenin ve hareket etmenin karşıtı olan tembellik, daha az tüketmek, daha az zarar vermek ve daha çok dinlemekle de ilişkili.
Belki de tembellik, sandığımız gibi bir boşluk değil; dolu dolu bir alan. İçinde bedenin gevşediği, zihnin sustuğu, zamanın esnediği bir alan. Ve bu alan, ancak ona hakkımız olduğunu kabul ettiğimizde gerçekten açılıyor.
Sürekli üretmeye, tüketmeye, gelişmeye zorlayan bu yaşam biçimi yalnızca insanı değil, gezegeni de yoruyor. Daha fazla çalışmak, daha fazla tüketmekle birleşiyor. Ve “verimli olmak” adına doğanın ritmini yok sayan, kaynakları sonuna kadar kullanan bir sürdürülemezlik döngüsüne dönüşüyor. Oysa sürdürülebilirlik dediğimiz şey bazen bir ağacı dikmek değil, o ağacın gölgesinde dinlenmeyi bilmekten geçiyor. Kim bilir, belki de tembellik insanlık için bir onarım şeklidir. Ve birlikte tembellik, aslında birlikte dinlenmenin, birlikte onarılmanın da yoludur. Bizi dinlenemeyecek kadar meşgul eden sistem, aynı zamanda bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Oysa bir parkta oturmak, bir duvar kenarında sessizce beklemek, hiç tanımadığın biriyle aynı bankta omuz omuza dalmak… bunların hepsi birer topluluk hâli.
Kamusal alanlar yalnızca hareket için değil, hareketsizlik için de var olmalı. Sadece yürüyüş yolu değil, durma yeri de olmalı. Çünkü bazen kentle bağ kurmanın yolu, hiçbir yere gitmeden orada kalmaktan geçiyor.