Dünya Engelliler Günü, çoğu zaman yalnızca kent içindeki fiziksel engelleri konuştuğumuz bir gün. Oysa erişilebilirlik sadece şehrin içinde var olan rampalar, kaldırımlar veya bina girişlerinden ibaret değil. Engellilik, mekânın sınırlarıyla şekillenen bir deneyim; bu yüzden hem şehirde hem doğada özgürce hareket edebilmek herkes için bir hak. British Ecological Society’nin “Nature is for everyone, yet people with disabilities face many barriers” başlıklı çalışması bunu güçlü biçimde gösteriyor. Doğayla temas, engelli bireyler için fiziksel aktivite kadar ruhsal sağlık, sosyal bağ kurma ve gündelik hayatta nefes alma alanı sunuyor. Ancak ne yazık ki bu temas, çoğu yerde hâlâ zor, kesintili ve kimi zaman imkânsız.

Erişilebilir doğa ve erişilebilir şehir, birbirini tamamlayan iki temel hak. Eğer şehirde yürümek, duraklara ulaşmak, parka girmek, sahil yolunda ilerlemek zorlayıcıysa; doğayla temas da otomatik olarak erişilemez hâle geliyor. Bu nedenle Dünya Engelliler Günü, yalnızca farkındalık değil; şehrin tüm unsurlarını kapsayan eşitlik odaklı bir tartışmayı yeniden açmak için önemli bir gün.

Doğaya Erişimin Önündeki Bariyerler

British Ecological Society’nin bulguları, doğayla engelli bireyler arasına giren engellerin yalnızca fiziksel olmadığını gösteriyor. Ulaşım zorluğu, düzensiz zeminler, kaygan patikalar, yönlendirme eksikliği gibi görünen bariyerlerin yanı sıra; gizli engellilik yaşayan bireyler için kalabalık, aşırı gürültü, belirsiz yollar, düşük kontrastlı tabelalar ve güvenlik kaygısı da en az fiziksel engeller kadar zorlayıcı.

Burada kritik nokta şu: Bu engeller yalnızca doğada değil, şehirde de aynı şekilde karşımıza çıkıyor. Bir kaldırımın 5 cm yüksek olması, bir parkın girişine konulan dar turnikeler, tekerlekli sandalye kullanıcılarının ilerleyemediği toprak yollar, azalan yeşil alanların kötü bakım koşulları… Tüm bunlar şehir yaşamının engelliler için zaten oldukça sınırlayıcı bir çerçeve sunduğunu, doğa ile temasın da bu nedenle çok daha kırılgan hâle geldiğini gösteriyor.

Doğa deneyimi, aslında her kentlinin gündelik yaşamının parçası olmalı. Ancak mevcut şehir tasarımlarının çoğu, engelli bireylerin bu deneyime katılımını sistematik olarak azaltıyor. Engelli bireylerin “doğaya gitmek” için ekstra plan yapması, sefer düzenlerine göre hareket etmesi, riskleri önceden tahmin etmeye çalışması bile erişilebilirliğin hâlâ bir lüks gibi algılandığının göstergesi.

Kaynak: Unsplash

Kapsayıcı Doğa Deneyimi Nasıl Tasarlanır?

Erişilebilirlik her zaman dev bütçeler, karmaşık mimari çözümler ya da sıfırdan kurulan projeler gerektirmez. Bizim de yıllardır savunduğumuz gibi, küçük müdahaleler bile kentsel yaşamı dönüştürme gücüne sahip!

Erişilebilir doğa için yapılabilecek bazı etkili dokunuşlar:

  • Parklarda düz ve güvenli yüzeyler

  • Genişletilmiş yürüyüş yolları

  • Rehber dokular ve dokunsal yüzeyler

  • Yüksek kontrastlı, okunabilir yönlendirme tabelaları

  • Oturma alanları, gölgelikler ve dinlenme durakları

  • Çok duyulu deneyimler (kokulu bitkiler, dokunsal bahçeler, işitsel yönlendirme istasyonları)

Bu dokunuşlar yalnızca engelli bireyler için değil, yaşlılardan bebek arabası kullanan ebeveynlere, kronik hastalığı olan bireylerden geçici sakatlık yaşayanlara kadar tüm kentliler için güvenli ve erişilebilir bir deneyim yaratır. Şehir ise ancak herkes için tasarlandığında gerçekten kamusal olur.

Tasarlayan Değil, Birlikte Tasarlayan Kentler: Katılımcılık Neden Kritik?

British Ecological Society’nin vurguladığı en güçlü noktalardan biri, engelli bireylerin tasarım süreçlerine dahil edilmesi gerektiği. Çünkü bir parkın, bir sahil yolunun ya da bir yürüyüş patikasının hangi noktasının riskli olduğunu en iyi o mekânı kullanacak kişiler bilir.

Onaran yaklaşımının merkezinde de bu var. Bir mekânı onarmak, onu kullanacak topluluğu sürece dahil etmeden mümkün değildir.

Katılımcı tasarımda gerçek ihtiyaçlar doğru çözümler ile buluşuyor. Projeler sağlam zeminlere oturduğu için daha doğru ölçekte şekillenirken; gereksiz maliyetler ortadan kalkıyor. Böylece harcanacak her ekstra kuruş gerçekten çözüme ve çözüme ihtiyacı olanlara gidiyor.

Aynı zamanda uzun vadede kullanıcı deneyiminden gelen geri bildirimler ile hem mevcut projede hem de ilerleyen projelerde hata payı minimize ediliyor. Kent sakinlerinin mekanlarla bağı güçlenirken, gerçek bir sahiplenme duygusu topluluğu sarıyor. Her ne kadar kentlerdeki eksik alanlar birlikte üretme modeliyle geliştiriliyorsa, aynı yaklaşım doğa erişimi için de geçerli olmalı.

Kaynak: Unsplash

Kent Hakkı = Doğa Hakkı: Erişilebilirlik Bir Lütuf Değil, Temel Bir Hak

Erişilebilirlik bir iyilik, bir ayrıcalık ya da bir ek hizmet değildir. Bu, temel bir haktır. Bir parkın girişinde rampa olmaması, bir sahil yolunda bankların eksikliği, bir yürüyüş alanının yönlendirmeden yoksun olması yalnızca bir tasarım kusuru değil; kent hakkının eşit dağılmadığını gösteren bir durumdur. Engelli bireylerin doğaya erişimi, gündelik yaşamın bir parçası hâline gelebilirse şehir gerçekten dönüşmeye başlar. Çünkü erişilebilir doğa, toplumda “herkesin aynı mekânda eşit haklarla var olabileceği” bir düzenin göstergesidir.

Dünya Engelliler Günü, yalnızca bir hatırlatma değil; bir davettir. Şehri ve doğayı, tüm kullanıcılarını düşünerek yeniden tasarlamaya çağırır. Erişilebilirlik, toplumsal eşitliğin en görünür sınavıdır.

Eğer doğaya açılan yolları herkes için güvenli, anlaşılır ve erişilebilir hale getirirsek; yalnızca engelli bireyler için değil, tüm kentliler için daha özgür, daha adil ve daha kapsayıcı bir yaşamın kapısını açmış oluruz.