Uzun yıllar boyunca çevre bilinci denince akla gelen ilk şey “geri dönüşüm” oldu. Plastik şişeleri ayırmak, kağıtları çöpten kurtarmak, camları cam kutusuna atmak… Bunlar çevre dostu bir birey olmanın yeterli göstergeleri sayılıyordu. Belediyeler geri dönüşüm kutuları yerleştirdi, reklam kampanyaları bu davranışı yüceltti, markalar “geri dönüştürülebilir ambalaj” etiketleriyle ürünlerini pazarladı.
Ancak bugün artık biliyoruz ki: Geri dönüştürmek yeterli değil. Hatta çoğu zaman yeterince etkili bile değil.
Bazı fikirler vardı; dönemin koşullarında doğru, hatta umut vericiydi. Ama zamanla dünya değişti, ihtiyaçlar çeşitlendi ve bu yaklaşımların çoğu işlevini yitirdi. Yani Eskide Kaldı. Bu serimizde artık sürdürülebilir olmayan ya da çözüm üretmeyen kavramları sorgulamak için yola çıktı. Her yazıda, geçmişte doğru kabul edilen bir fikri ele alıyor, neden eskidiğini açıklıyor ve yerine ne koyabileceğimizi konuşuyoruz.
Geri Dönüşümün Gerçek Etkisi Ne Kadar?
Dünya genelinde üretilen plastik atıkların yalnızca yaklaşık %9’u gerçekten geri dönüştürülebiliyor. Avrupa’da bu oran biraz daha yüksek olsa da, özellikle gelişmekte olan ülkelerde geri dönüşüm altyapısı hâlâ yetersiz. Türkiye’de 2022 yılı verilerine göre, yılda 3,5 milyon ton plastik atık üretiliyor ve bunların yalnızca %13’ü geri dönüştürülebiliyor. Üstelik geri dönüştürülen plastiklerin kalitesi düşüyor; yani aynı malzeme tekrar tekrar dönüştürülemiyor. Bu da plastiğin yalnızca kısa ömürlü bir geri kullanım döngüsüne girebildiğini gösteriyor.
Ayrıca birçok “geri dönüştürülebilir” ürün, pratikte hiçbir zaman geri dönüştürülmüyor. Çünkü geri dönüşüm, yalnızca teknik olarak mümkün olduğunda değil, aynı zamanda ekonomik olarak da mantıklı olduğunda yapılıyor. Bu da demek oluyor ki; tüketicinin iyi niyeti, sistemin sınırlarında kaybolabiliyor.

Kaynak: Pexels
Peki Ne Yapmalı?
Geri dönüşüm hâlâ gerekli ama artık bir ilk adım değil, son çare olarak görülmeli. Çünkü geri dönüşüm süreçleri yüksek enerji ve su tüketimi, kirli ayrıştırma sistemleri ve sınırlı malzeme döngüsü nedeniyle tek başına sürdürülebilirliği sağlayamıyor. Oysa yapılabilecek çok daha etkili ve kapsayıcı adımlar var:
1. Yeniden Kullanımı Önceliklendirmek
En basitinden başlayalım: bir şeyi çöpe atmadan önce gerçekten işlevini yitirip yitirmediğini sorgulamak. Kıyafetleri değiştirmek, cam kavanozları saklama kabına çevirmek, kırık sandalyeyi onarmak… Tüm bunlar, atık oluşumunu en baştan önlemenin yolları. Unutma, en iyi atık hiç oluşmayandır.
2. İleri Dönüşümü Gündelik Pratiğe Dönüştürmek
İleri dönüşüm (upcycling), artık kullanılmayan eşyaları daha değerli ve işlevsel hâle getirme sürecidir. Atma Dönüştür projelerinde olduğu gibi, eski tişörtlerden file çanta yapmak, cam şişelerden aydınlatma üretmek ya da kullanılmış paletlerden şehir mobilyası üretmek bu anlayışa örnek. Bu tür dönüşümler yalnızca israfı önlemekle kalmaz, aynı zamanda yaratıcılığı, yerel üretimi ve topluluk katılımını da teşvik eder.
3. Döngüsel Ekonomiyi Benimsemek
Lineer ekonomi modeli, al, kullan, at, artık sürdürülebilir değil. Bunun yerine döngüsel ekonomi, kaynakları sürekli bir döngüde tutmayı ve atığı tasarım aşamasında ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Üreticiler için bu, ürünleri tamir edilebilir, modüler ve geri alınabilir şekilde tasarlamak anlamına gelir. Tüketiciler içinse bu, satın alma yerine paylaşma, kiralama, onarma ya da yerel üreticiden alma gibi seçenekleri gündelik tercih hâline getirmeyi içeriyor.
4. Tüketim Kültürünü Sorgulamak
“Sıfır Atık” etiketli plastik ambalajlar, sürdürülebilirlik vaadiyle pazarlanan tek kullanımlık ürünler… Bunlar aslında sistemin kendisinin dönüşmediğini, sadece görünümünün değiştiğini gösteriyor. Bu nedenle “yeşil” etiketi görmek yeterli değil. Gerçek dönüşüm, daha az tüketmekle başlıyor. Önceki kuşakların “tamir kültürü”ne (şimdilerde onarım kültürü) dönmek ve ihtiyacımız olmayanı almamak, bireysel düzeyde atılabilecek en etkili adımlardan biri.
5. Kolektif Bilinç ve Politika Talebi
Sistemsel dönüşüm sadece bireysel seçimlerle değil, toplumsal baskı ve politikalarla da olur. Geri dönüşüm kutuları her sokakta olabilir, ama asıl değişim üretimden, teşvikten ve düzenlemeden başlar. Belediyelerin toplama sistemlerini iyileştirmesi, üreticilerin ambalaj sorumluluğunu üstlenmesi ve döngüsel ekonomi odaklı yasal çerçevelerin oluşması gerekiyor. Bunun için vatandaş olarak talepkâr olmak, sesimizi kolektif olarak duyurmak zorundayız.
“Recycling” Değil, “Reducing” ve “Rethinking”
Bu yüzden sürdürülebilirlik literatüründe son yıllarda geri dönüşüm, “üç R”nin (Reduce, Reuse, Recycle) en son adımıolarak kabul ediliyor. Asıl amaç; önce tüketmemek, sonra yeniden kullanmak, en son ise geri dönüştürmek olmalı.
Bireysel düzeyde artık şu soruyu daha fazla sormalıyız: Bu ürünü gerçekten almam gerekiyor mu? Tekrar kullanabilir miyim? Başka bir çözüm üretebilir miyim?
Sistemsel düzeyde ise markaların ve yerel yönetimlerin sadece geri dönüşüm kampanyalarıyla değil, tüketimi azaltıcı modellerle de sorumluluk alması bekleniyor. Doldurulabilir ambalajlar, depozitolu sistemler, atıksız tasarım ilkeleri gibi yaklaşımlar bu anlamda kritik rol oynuyor.
Geri Dönüşüm Algısı Neden Hâlâ Çok Güçlü?
Geri dönüşüm fikrinin bu kadar yaygınlaşmasının arkasında, kısmen büyük markaların da etkisi var. “Recyclable” yani “geri dönüştürülebilir” etiketi, çoğu zaman bir ürünün sürdürülebilir olduğunu düşündürmek için kullanılıyor. Ancak bu etiket, ürünün gerçekten geri dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği hakkında bir şey söylemez.
Bu durum, greenwashing yani yeşil badana olarak bilinen pazarlama stratejisinin bir parçası haline geliyor. Geri dönüşüm söylemi, çoğu zaman üretimin ve tüketimin hızını sorgulamak yerine, bir şekilde çözeriz algısıyla bizi oyalıyor.
Geri dönüşüm, sistemin makyajı olmamalı. Gerçek bir dönüşüm için tüketim biçimlerini, üretim modellerini ve beklentilerimizi sorgulamalıyız. Atıkla değil, atıksızlıkla başlayalım. Çünkü “geri dönüştürmek yeter” demek, bugün için yetersiz. Bu yaklaşım eskide kaldı. Biz daha fazlasını yapabiliriz.