BM’nin yıllık iklim değişikliği zirvelerinin en sonuncusu olan COP27 konferansına hazırlanırken yazılan bir makale, insan uygarlığını adım adım gittiği korkunç yıkıma karşı uyarıyor. İklim felaketi.
Dünya geçmişine dair pek çok teori üretiyoruz. Piramitler gibi gizemli yapıların nasıl inşa edildiğine akıl sır erdiremediğimizde, ekstrem olasılıklar ortaya çıkıyor. Bugüne kadar medeniyetin defalarca kez yükselip yıkılması durumu. Bir meteor çarpması, uzaylı istilası, topluca sonumuzu getiren dünya savaşları… Kaç kere yıkıldık, kaç kere baştan başladık, bu senaryo kaçıncı tekrar, asla bilemeyeceğiz. Emin olduğumuz tek bir şey varsa, o da bu versiyonun kesinlikle en iyisi olmadığı.
Bugünün çocuklarına bir cehennem bırakıyor olmak ne kadar umurumuzda?
Dünyanın önde gelen iklim bilimcileri, onlarca yıldır sürekli artan sera gazı emisyonlarının tehlikeleri konusunda uyarıyor. Ancak göz ardı edilen veriler ve alınmayan önlemlerle tüm süreç ağır çekimde bir tren kazasını izlemeye dönüştü.
Geçen sene Glasgow görüşmelerinden önce uzmanlar, bu yüzyılda küresel ısınmayı 1.5℃ ile sınırlamak için dünyanın son şansı olduğu konusunda uyardı. Aradan neredeyse bir sene geçti. Ve geçen hafta yayınlanan bir BM raporu hiç de iç açıcı olmayan sonuçlar ortaya koydu. Rapora göre tüm uluslar önümüzdeki on yılda iklim hedeflerine ulaşsa bile, gezegen yine de 2,5 derecelik bir felaketle ısınacak.
Aslında pandemi dönemi iklim felaketini önleme açısından bir umut olmuştu. Karantinaların enerji tüketimini azalttığı düşünülüyordu. Üstelik ilerici politikacıların önerileri, dünya ekonomilerini fosil yakıt bağımlılığından kurtarabilirdi. Pandemi yasakları bittiği için seviniyoruz ancak eski düzenimize dönmek, yaşadığımız gezegen için pek de iyi sonuçlanmadı. Sınırlar yeniden açıldıktan sonra fosil yakıt bağımlılığımız aynı hızla geri döndü. Uluslararası Enerji Ajansı , petrol ve gaz üreticileri için net gelirin 2022 sonunda iki katına çıkarak 4 trilyon ABD dolarına ulaşacağını tahmin ediyor.
Harekete geçmeden harcanan onlarca sene
İklim kriziyle yeni tanışmıyoruz. Özellikle bizim yaş grubumuz kendini bildiğinden beri dünyanın sürüklendiği felaketi dinliyor. Çocukken gelecekteki çocukların ağaçları sadece kitaplarda göreceğine dair kıyamet teorileri duyduğumu hatırlıyorum. Herkes her şeyin bu kadar farkındayken sorulacak tek bir soru kalıyor. Teknolojik açıdan bu kadar gelişmiş bir toplum, nasıl olur da iklim felaketini önlemek için harekete geçmeyerek kendini yok etmeyi seçebilir?
Bu soru direkt olarak toplumsal bir suçlama değil. İklim krizine biraz da politik bir açıdan yaklaşmak gerekiyor. Siyasi ve kurumsal liderler, bu tehdidi kamuoyunun bilgisine sunulmasından en az on yıl önce biliyorlardı. 1977’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Jimmy Carter, felaketle sonuçlanan iklim değişikliği olasılığı hakkında bilgilendirildi. Aynı yıl dünyanın en büyük petrol şirketlerinden birinin notları, fosil yakıtların gezegeni çarpıcı biçimde ısıtacağını açıkça ortaya koydu.
Peki, aradan geçen 45 yılda neler oldu? Neden bugünün çocuklarını ve gelecek nesilleri tehlikeli ve düşmanca bir gezegende yaşamaya mahkum ediyoruz? Bu soruyu dürüstçe fosil yakıt hegemonyasını inşa edenlere yöneltelim.
Biraz klişe ancak dünyayı etkileyen her şeyin en dar açıdan da olsa siyasi bir ayağının olduğu su götürmez bir gerçek. Fosil enerjinin körüklediği “sonsuz” ekonomik büyüme, hem kurumsal hem de politik açıdan reddedilemez bir akış oluşturuyor. Fosil yakıtın araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiği bir sistemdeyiz. Yenilenebilir enerji kaynaklarını dürüstçe nereye konumlandıracağız? Eminiz ki bugünü görselerdi dinozorlar ya da fosilleşen ağaçlar ayakta kalmak için biraz daha direnirdi.
Eski ABD başkanı Donald Trump’ın kömür endüstrisini canlandırma vaadini de bu iddiaya örnek gösterebiliriz. İşçi sınıfını nasıl harekete geçirmek için atılan ve hiç de masum olmayan bir adım. Trump’ın mantığına göre kömür bir yaşam biçiminin sembolüydü ve yenilikçi teknolojiler bunu elimizden alıyordu. Ancak nihayetinde kömür endüstrisini geri getiremedi. Çünkü “yenilenemez” bir kaynak olan kömür giderek tükenen ve yerine koyulamayan bir ürün.
Çok mu çaresiziz?
Uzmanların önerisi oldukça basit. Yenilenebilir enerji kaynaklarını yaygınlaştırmak. Hepsinin dilinde tüy bitti, ancak mevcut dünya düzeni hiçbirimize bir çiçek bahçesi vadetmiyor. Hatta yakın gelecekte basit bir çam ağacı bile vadedemeyecek hale gelecek. Dramatik bir hamleyle karbondan arındırılabileceğimizi hiç sanmıyoruz. Gezegenin kaynaklarını kapasitesi dahilinde kullanan sistematik bir gelişme hangi kurumun ve devletin işine gelir ki?
Çok daha pozitif bir yazı yayınlamak isterdik. Ancak onlarca yıldır olduğu gibi yine Dünya’nın son nefesinde geriye dönüş yolları arayacağız.