Skip to main content

Napoli’de yer alan Castel Sant’Elmo (Saint Elmo Kalesi) görme engelli ziyaretçilere Braille alfabesi ile güzelliğini anlatıyor.

İnsan olarak farklılıklarımızın temeli gördüğümüzü yorumlama yetimizde yatıyor. Yaşadığımız anlaşmazlıklar, farklılıkların getirdiği tat, ortak bir duyguya tutunmak, aklınıza gelebilecek pek çok duygu görmenin verdiği estetik hazda saklı. Hoş, “Anlatamam ama gösterebilirim” kalıbı da bazı anlarda kelimelerin yetersiz kaldığının bir ispatı.

Tepede yer alan Saint Elmo Kalesi’nin manzarasını, Tiren Denizi’ni, Vezüv Yanardağı’nın civarındaki güzellikleri izleyen ziyaretçiler, korkuluklarda değişik bir doku olduğunu fark etti. Kalenin bir duvarı boyunca uzanan, yaklaşık 30 metrelik korkulukta, Braille alfabesi ile kazınmış hem İtalyanca hem de İngilizce bir tasvir yer alıyordu.

Saint Elmo Kalesi’nin korkuluklarında görme engelli ziyaretçiler için Braille alfabesi ile manzaranın şiirsel bir tasviri yer alıyor.

Bir manzarayı anlatmak

Her ne kadar görmek içselleştirmenin birinci basamağı olsa da, ortak hazlar kelimeler yoluyla da paylaşılabilir. Özellikle işin sanatsal bir yönü varsa. Yerel sanatçı Paolo Puddu tarafından oluşturulan ve 2017’de kalenin kalıcı bir parçası olarak açılışı yapılan şiirsel korkuluk, görme engelli ziyaretçilerin görsel şölen ile bütünleşmesine olanak tanıyor. Puddu, söz konusu korkuluk ile kalelerin çevrelerindeki manzaralarla bağlantılarının nasıl iyileştirileceğine dair yeni fikirleri arayan Un’opera per il castello (Kale İçin Bir Çalışma) yarışmasını kazandı. Ünlü İtalyan yazar Giuseppe de Lorenzo’nun tasvirini içeren kabartmalar, Braille alfabesini bilen herkesin bir manzarayı “dinlemesinin” önünü açıyor. Lorenzo’nun 1947 tarihli “La terra e l’uomo” (“Toprak ve İnsan”) adlı romanından dizeler, ayaklarımızın altındaki manzaraya yol çiziyor.

Saint Elmo Kalesi’nin manzarası, geniş açıdan.

Bir manzarayı anlatmak tanımına yerel bir örnek de gösterebiliriz. Bir zamanlar Ceneviz himayesinde olan Bartın’ın Amasra ilçesi de benzer bir şiirsel tanımlamaya sahip. Amasra’yı yüksekten görebileceği bir yere çıkan Fatih Sultan Mehmet, yanındakilere manzarayı şu sözlerle tanımlıyor: Dünyanın göz bebeği bura olabilir mi? Her ne kadar alabildiğine mavi ve yeşili içeren manzara hepimizde farklı hissiyatlar oluştursa da, bu ifadeyi duyduktan sonra bambaşka bir bakış açısına sahip oluyoruz. Evet, görmek her zaman herkes için farklı duygular içeriyor ancak kelimelerin de bizi ortak bir esintiye sürüklemek gibi bir huyu var. Giuseppe de Lorenzo’nun tasvirini bir kale korkuluğuna Braille alfabesiyle kazımanın amacı da bu ortak hissiyatı erişilebilir kılmak oluyor.

Erişilebilir turizm neden önemli?

Bireysel olarak ötekileştirme çok daha negatif bir algı yaratsa da, dezavantajlı grupların sosyal hayatta uğradığı ayrımcılık çok daha geniş kitleleri etkiliyor. Direkt olarak niyet temelli olmayan ayrıştırmalar hem belirli bir grubun hayat standardını düşürürken hem de bir komüniteye ait olma hissini azaltıyor. Buradaki komünite bir grup, bir mahalle, bir kent hatta daha geniş kapsamda dünya vatandaşlığı olabilir. Kent hayatının herhangi bir parçasında bir grubu yaşamın dinamiklerinden mahrum kılmak, ötekileştirmenin çok daha kapsamlı bir formu.

Yukarıdaki mention, Saint Elmo Kalesi’ne getirilen turizm erişilebilirliğinin başka bir örneğine dikkat çekiyor. Floransa’da yer alan Uffizi Müzesi’nde görme engelli ziyaretçiler kabartmalı tasvire dokunarak Venüs’ün Doğuşu isimli eseri tanıma imkanına sahip.

Turizm sektöründe ise şu an için atılan adımlar iki kola ayrılıyor: Sürdürülebilirlik ve erişilebilirlik. Nihayetinde kültür ve sanat ihtiyacımız için hep benzer ifadeleri kullanıyoruz. Özellikle düşük standartlara alıştırılmış ve kültür-sanat faaliyetlerinin de insan ruhunun bir gerekliliği olduğunu kabullenmeyen çevrelerce bu gereklilik hor görülüyor. Oysa biz bu tarz faaliyetlerin erişilebilirliğini savunurken, dezavantajlı grupları da göz önünde bulundurmalıyız. Herkes için tiyatro ama görme engellilerin de yararlanabileceği şekilde. Sergilere gidelim ancak gördüğümüz sanat eserleri hepimiz tarafından anlaşılır olmadıkça neye yarar? Günlük yaşamın gereklilikleri bir yana, gerekli ayrıcalıklar her alanda uygulanmalı. Bir süt kutusunun üzerini okumak da, bir kale korkuluğuna dokunmak da temelde aynı amaca hitap ediyor. Hepimizi yaşamın ortak zevklerinde, ortak bir paydada buluşturmak. Ortak hazların da bir gereklilik olduğunu fark ettiğimizde, toplum olmayı öğreneceğiz.