Kentlerin nefes alma alanları olan parkların amacını aşabilmesi için nasıl adımlar atılabilir?
Sıcak bir yaz gününde bir sokakta yürüyorsunuz. İçinde bulunduğumuz bunaltıcı yaz mevsimini düşündüğümüzde bu çok da uzak bir senaryo değil… Günün yorgunluğundan kaçmak için gözünüz yeşil çimleri ve yüksek ağaçları ile bezenmiş bir park arıyor. Bir bank ya da bir ağacın gölge altı tüm beklentilerinizi karşılayabilir. İşte bu bile parkların her gün vatandaşlara sunduğu birçok hizmetten biri.
Dinlenmek ve gevşemek için bir yer sunmanın ötesinde, parklar topluluklarımıza finansal, çevresel ve sosyal faydalar da dahil olmak üzere birçok başka fayda sağlıyor. Ancak ne yazık ki her sakin kendi bölgesinde yer alan parkın huzur verici imkanlarından yararlanma şansını elde edemiyor. Büyük ölçüde güvenlik sorunları ve yetkililerin topluluk ihtiyaçlarını göz etmemesi gibi nedenler kentsel alanlardaki eşitsizliği besliyor.
Parklar ve topluluk ilişkisi
Herhangi bir yeri paylaştığınız insan topluluklarını düşünün. Bu topluluklar aynı işyerinde çalıştığınız insanlar, her sabah selam verdiğiniz komşularınız ya da ortak derslere girdiğiniz sınıf arkadaşlarınız olabilir. Belirli bir gruba dahil olan insanları ifade eden “topluluk” kelimesi en çok da yaşadığımız kentlerde anlam kazanıyor.
Parklar, sakinlere topluluklarına katılım ve bağlılık için bir mekan sağlayarak topluluk katılımını destekliyor. Ayrıca bir yer duygusu sağlayarak topluluk ve bireysel refaha yardımcı olan yaşamı iyileştiren temel nitelikleri de bünyesinde barındırıyor. Topluluk katılımı ise belirli hedeflere ulaşmak için bireyler ve gruplarla işbirliği içinde çalışma süreci olarak tanımlanabilir. Özellikle parklar ve açık alanlar için topluluk katılımı kent sakinlerinin yaşadıkları çevre üzerinde söz sahibi olmasının önünü açıyor.
Belediye başkanlarının ve kamu görevlilerinin söz konusu alanların devam eden tasarımına, planlanmasına ve yönetimine kendi seçmenlerini doğrudan dahil etmesini bu yolda atılan adımlardan biri olarak gösterebiliriz. Tüm bu süreçlerin sonunda edinilen kazanım ise artan kent aidiyetiyle birlikte toplumlarına daha sıkı bağlı hisseden bilgili ve ilgili sakinler oluyor.
İyi bir park…
İyi bir parkın bir topluluğa sosyal, ekonomik, çevresel ve sağlıksal yönden sağlayabileceği pek çok fayda var. Her ne kadar insanların parklara egzersiz yapmak, gevşemek, mola vermek, biraz temiz hava almak gibi nedenlerle gittiği düşünülse de yukarıda saydığımız kategorilerin çıktıları çok daha geniş kapsamlı faydalar ortaya koyuyor.
Sosyal açıdan düşündüğümüzde parklar topluluklar için bir arada bulunma alanıdır. Günlük hayatta belirli grupların bir araya gelebileceği alanları düşündüğümüzde yaş, ekonomik faktörler, cinsiyet gibi bizi daha küçük birimlere parçalaması kaçınılmazdır. Ancak parkların kucaklayıcı yapısı tüm dezavantajların ötesinde topluluğun parçası olan herkesin aynı alanı paylaşmasına olanak tanır.
Her ne kadar parkların suç oranını artıracağı düşünse de yapılan araştırmalar ışığında durumun tam aksi yönde seyrettiğini gözlemleyebiliyoruz. Bakımlı ve işlek bir parkın sürekli izlenme havası yaratmasının yanı sıra topluluk bağlarını güçlendirmesi, kent sakinlerinin daha güvenli ve daha huzurlu bir çevre elde etmesinin önünü açıyor.
Ekonomik açıdan değerlendirdiğimizde ise ilk göze çarpan unsurun parkların bölgedeki mülk değerini yükseltmesi olduğunu söyleyebiliriz. Belirli durumlar için bu artı green gentrification’ının önünü açarak gizli bir eksiye dönüşebilir tabii. Yine de özellikle kent planlamacılar ve yöneticilerin gözünde bu bir artı olarak kalmaya devam ediyor.
Diğer bir yandan parkların bir işveren konumunda olabileceğini unutmamak gerek. Parkın büyüklüğüne bağlı olarak park yönetimi, bakımı veya diğer rekreasyon odaklı iş gruplarına ihtiyaç artabilir. Ayrıca, parklara yakın olan veya parklarda düzenlenen etkinliklere katılan işletmelerin, yaya trafiğine ve talebe ayak uydurmak için iş gücü ihtiyacının artacağını da söylemek mümkün.
Peki herkes iyi bir parka sahip olabilecek kadar şanslı mı?
Saydığımız (ve sayamadığımız) avantajlar kent hayatını başka bir seviyeye taşısa da, bir toplulukta herkes mevcut imkanlara erişemedikçe tam bir kent aidiyetinden söz edemeyiz. Her nasıl ekonomik avantajlarda iyi parklar mülk değerini artırıyorsa, görece varlıklı kesimler daha büyük bütçelerle daha güzel parklara sahip oluyor. Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar ikileminin daha toplumsal bir versiyonu. İyi parklar daha üst tabaka bir çevre yaratıyor ve daha üst tabaka çevre daha iyi parklara sahip olma konusunda avantajlı bir konuma geliyor.
Bütçesel sorunlar
Bunun sebeplerini birkaç maddede toparlamak mümkün. Öncelikle her yerleşkenin benzer imkanlarda parklara sahip olamamasının altında ekonomik nedenler yatıyor. Parklar için bir bütçe yaratmak düşünüldüğü kadar kolay değil. Belediye bütçelerinin düşük olduğu ve topluluk yöneticilerinin kent sakinlerinin kritik ihtiyaçlarını önceliklendirdiği bir bölgede güvenli ve güzel parklardan söz etmek ne yazık ki pek mümkün değil. Belediyelerin, yol iyileştirmelerinden tesis bakımına ve çok daha fazlasına kadar ele alması gereken birçok sorun mevcut. Aynı şekilde, bazı toplulukların bütçeleri vergi gelirleriyle sürdürüldüğü için diğerlerinden daha büyük bütçelere sahip olmaları kaçınılmaz hale geliyor.
Dezavantajlı kesimlerin yalnızlığı
Bugün yetersiz hizmet alan ve yetersiz temsil edilen toplulukların genel olarak çevre düzenlemesi, parklar ve açık yeşil alanlar dahil olmak üzere çok daha az yeşil alana sahip olma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu dezavantaj kentsel ısı etkisine ve bu alanlarda yer seviyesindeki ozon seviyelerine katkıda bulunarak kendini sürdürüyor. Ayrıca topluluk güvenli ve bakımlı yeşil alanlara sahip olmadığında daha az insan parklara gidiyor, bu da topluluğun bunlardan faydalanmadığı fikrine yol açıyor.
Ortak ihtiyaçları belirlemedeki yetersizlik
Geçmişte tasarım firmalarının topluluğa hiç danışmadan bir topluluğun neye ihtiyacı olduğuna karar vermesi alışılmadık bir durum değildi. “Uzmanlar geldi, araştırdı, belirledi ve tasarladı.” Bu durumu topluluğun kültürünü veya ihtiyaçlarını yansıtmayan parklarda kolayca gözlemleyebiliyoruz.
Topluluk ihtiyaçlarının gözetildiği alanlarda ise tasarımcılar ve belediye liderleri topluluk iyileştirmeleri hakkındaki geri bildirimlerini duymak için çalışıyor. Buna rağmen bir önceki maddede bahsettiğimiz eşitsizlikler yeterince temsil edilmeyen topluluk üyelerinin sesinin daha az duyulmasına yol açıyor. Ancak birkaç basit adımla bunun önüne geçmek mümkün.
Geri dönüşlerin paylaşılacağı toplantıyı herkesin erişebileceği bir alanda gerçekleştirmek çok önemli. Hatta küçük bir detay gibi görünse de söz konusu alanın toplu taşıma hattı üzerinde olması bile katılımı artırabilir. İronik ancak mesela bir park. Aynı zamanda alışılmışın dışında düşünmek ve daha önce ulaşılmayan insanları gözetmek de kritik bir nokta. Topluluk katılımı yüksek gibi görünse de sürekli aynı insanlar benzer taleplerde bulunuyorsa hâlâ bir kesimin problemleri çözüme ulaşmıyor demektir.