Skip to main content

Hem anlamı hem de çevresinde gelişen haberlerle son dönemin hit kavramı olan metaverse, özellikle perakende sektörünün sürdürülebilir yüzü olarak görülüyor. Tüketim toplumunun ihtiyaçlarını sanal bir platforma taşıyan metaverse konsepti moda başta olmak üzere pek çok alanın geleceğini şekillendirecek. Mümkün olduğunca gerçek dünyadaki enerji ve kaynak tüketimini azaltmaya odaklanan sanal hamlelerin arka planında neler dönüyor? Metaverse’in karbon nötr olması mümkün mü? Yoksa tüketim arzumuzu köreltmesi beklenen bambaşka bir evren, egzozundan çıkanlarla gerçek dünyaya zarar mı veriyor?

Kısaca Metaverse

Aslında hepimiz az çok biliyoruz fakat yeniden hatırlamakta fayda var. Facebook’un kurucusu ve CEO’su Mark Zuckerberg’in şirketin artık Meta Inc/Meta olarak anılacağını duyurmasıyla hayatımıza giren metaverse, elimiz ayağımız haline gelen internetin veliahtı olarak görülüyor. Sanal gerçeklik gibi teknolojilerin gerçek hayatla tam olarak aynı çizgiye gelmesi, sadece mecazen değil fiilen bir “elimiz ayağımız” durumu ortaya koyacak.

Oyun sektörünün AR ve VR’ı domine etmesi, bu teknolojilerin yalnızca eğlence sektörüne hitap ettiği yanılgısını ortaya çıkardı. Oysa artık sadece eğlence için değil, modern hayat dinamiklerine dahil olan her şey için yeni bir soluk arıyoruz. Pandemide tamamıyla dijitalleşmeye çok yaklaşan eğitim, iş, sosyal hayatlarımız; başta çok sıkılsak da aslında neye ihtiyacı olduğunu keşfetti. Tüm ihtiyaçlarımız için, tüm olasılıkların sınırsız olduğu sanal bir evren. İşte tam olarak bunun cevabını bulmak için çalışıyoruz ve çok yakın olduğumuzu söylemek mümkün.

Mevcut bakış açılarından farklı bir noktada ele alırsak metaverse, sadece gerçek hayatı sanal bir düzleme taşıyarak değil mevcut tüm alanlar arasındaki çizgiyi silikleştirerek hayatlarımıza dokunacak. Bundan on sene önce moda ve dijitalliğin bu kadar paralel olabileceği hangimizin aklına gelirdi? Hepimize kapsamlı bir versiyon sunmaya hazırlanan metaverse, bu çizgiyi tüm sektörler için aynı anda siliyor.

Dijital Moda

Farkındalığımızın istek ve ihtiyaçlarımıza paralel olarak arttığı günümüz dünyasında, tüketim alışkanlıklarımızı da buna göre şekillendirmeye çalışıyoruz. Gardroplarımızda minimalizme yönelmek hem bizim için daha kaliteli ve genel vurduğumuzda daha ucuz bir tercihken, enerji ve kaynak tüketimi için de oldukça olumlu bir hamle. 

Hızlı moda anlayışının fiziki bir çıktısı olan Atacama Çölü’ndeki kıyafet dağlarını muhtemelen görmüşsünüzdür.

Bu gibi görüntülerin bir parçası olmak istemeyenler, tam olarak hızlı moda anlayışının karşısında olan yavaş moda akımını benimsiyor. Yavaş modayı özetle isabetli ve sağlam alışveriş tercihleri olarak düşünebiliriz. Tüketiciler artık herhangi bir gömleği veya pantolonu sepetine atarken ihtiyaçlarını, kullanım sıklığını, ürünün kalitesini iki kez gözden geçiriyor ve tercihini buna göre yapıyor. Bu sayede müşteriler daha memnun kaldıkları ve uzun süre dolaplarında kullanabilecekleri parçalar satın alırken, markalar da sınırsız tüketim hızının ve sonu gelmeyen iadelerin önüne geçmiş oluyor. Dijital dönüşümün farkında olan çoğu şirket AR gibi teknolojilerden yararlanarak özellikle çevrim içi alışverişte müşterilerin doğru kararı almasına yardımcı oluyor. Yavaş modanın sürdürülebilirlik ile bağdaştırılabilen artılarını da düşünürsek, üçlü bir win-win-win durumuyla karşı karşıya olduğumuzu anlayabiliriz.

Dijital moda ise biraz daha farklı, çünkü adından anlaşılabileceği gibi gerçek dünyaya hitap etmiyor. Avatarınız için satın aldığınız bir ceket veya oturma odanız için tercih ettiğiniz sanal bir sehpa dijital alışverişin özetidir. Markaların uygulamalarından sipariş verip evde kargo beklemek ise sadece çevrim içi alışveriştir. 

Andrés Reisinger’in sürrealist dijital mobilya koleksiyonuna dahil olan The Pink Table 5000 dolara alıcı buldu. Üstelik gerçeklikten oldukça uzak.

Sadece giyim değil modanın dokunduğu her alan yarın metaverse’in odak noktasında olacak. Elle tutulamayacak ama kesinlikle çevre dostu olduğunu iddia edebileceğimiz ürünler dijital dolaplarımızı süsleyecek gibi görünüyor. Bu bir varsayımdan çok daha fazlası, çünkü gördüğümüz kadarıyla büyük markaların çoğu bu konuda aksiyon almaya başladılar bile.

Bambaşka Bir Evrende Sürdürülebilir Teknolojiler

Bugün fiilen gerçekleştirilen ve çevreye zararı oldukça fazla olan çoğu eylem metaverse’e taşınabilir. Buna örnek olarak pilotların test uçuşlarını ele alabiliriz. Deneyimin büyük bir önem taşıdığı pilotluk, pratik eğitime de oldukça önem veriyor. Uçuş simülasyonlarının sanal ortama taşınması, karbon ayak izimizi azaltmak için iyi bir adım. Elbette çeşitli simülasyonlar zaten mevcut ama metaverse, bu pratikleri bir adım daha ileri taşıyor. 

Sadece taşıtlar için değil, mimarlık ve inşaat alanında da metaverse’in etkisi büyük olacakmış gibi görünüyor. NVIDIA CEO’su Jensen Huang bir röportajında Omniverse’de fizikzel binaların dijital ikizlerini inşa ettiklerini belirtmişti. Özellikle sürdürülebilir tasarımların önem taşıyacağı bir gelecekte, mimarların sanal bir ortamda dijital modeller ile çalışmalarını yürütmesi iyi bir hamle. Geleceğin evleri yenilenebilir enerjiye ve tasarrufa bizim apartman dairelerimizden daha fazla önem verecek ve metaverse bunun ön adımlarını deneyimlemek için en iyi seçenek olacaktır.

Teknolojinin yaralarını yine teknoloji saracak dersek abartmış olur muyuz? Çevresel koşulları büyük bir gerçeklik ile simüle edebilen metaverse ortamı bilim ve teknoloji çalışmalarının yürütülebilmesi açısından biçilmiş kaftan. Araştırmacılara AR-GE çalışmaları için tam olarak istediklerini verebilecek bir sanal evren, sürdürülebilirlik anlayışını bir adım öteye taşımamıza yardımcı olabilir.

Çevre Dostu Bulutun Gücü Adına

Veri üretimindeki üstel grafiğimiz göz önüne alındığında, her geçen gün katlanarak arttığını anlayabiliriz. Gelen kutusunda yer kaplayan anlamsız e-postalar bile, bugün veri depolama açısından büyük önem arz ediyor. Metaverse’in bir nevi ikiz bir evren olacağını düşünürsek de veri üretiminin boyutlarını sadece hayal edebiliriz. Merkezi olmayan bu veriler bir bulutta depolanarak saklanacak. 

Microsoft tarafından yapılan karşılaştırmalı bir analize göre bulut depolama, ofislerdeki geleneksel veri merkezlerinden %22-%93 daha verimli. Yani bulut depolamanın karbon ayak izinin epey küçük olacak. Mevcut yerel veri merkezlerinin bu dönüşümden etkilenmesi, çok daha fazla şirketi buluta geçmeye heveslendirebilir.

Ancak her güzel şeyin bir karanlık tarafı var. Bulut depolama geleneksel veri merkezlerine oranla daha çevre dostu olsa da, büyük miktarda enerji tüketiyor. Bugün bulut hizmetleri dahil olmak üzere bilişim sektörü küresel karbon emisyonunun %2’sini oluşturuyor. Ki bu rakam havacılık sektörünün oranıyla neredeyse eşit. Tam bir veri bombası olacak metaverse oyuna girdikten sonra bu rakamın çok daha artacağını söylemek mümkün. 

NFT’ler Düşündüğümüz Kadar Yeşil Mi?

NFT’ler eşsiz yapılarıyla metaverse’in temel taşlarından biri olarak tanımlanabilir. Yukarıda bahsettiğimiz mimarlık gibi alanlarda faydası olabilecek dijital ikiz kavramı NFT teknolojisinin faydalarına dayanacaktır. Her ne kadar yapısal açıdan yeşile yakın bir teknoloji gibi görünse de, NFT formatında yer alan sanal varlıkların doğaya farklı açıdan olumsuz etkileri olabilir. 

Digiconomist tarafından yapılan bir tahmine göre, tek bir Etherum işleminin, 42,734 VISA işlemine veya 18,253 saatlik YouTube izlemeye eşdeğer olduğu ve yaklaşık 110 kg CO2 yaydığını öne sürülüyor.

Ne zaman bir yaratıcı NFT oluştursa blok zincirine yeni bir eklenti yapılması gerekir. Bu da üretilen her NFT’nin yüksek oranda karbondioksit salınımına katkıda bulunduğu anlamına geliyor. Şu an ağırlıkla sanat, oyun, perakende gibi alanlarda boy gösteren NFT’ler yarın çoğu şey metaverse’e taşındığında büyük bir emisyon problemi ortaya koyabilir. Belki de yakın bir gelecekte NFTlerin kaderini, dijital ikizliğin yararları ve CO2 salınımı arasındaki terazinin ağır basan tarafı belirleyecek.

Modern Dünya Dertleri: Çip Kıtlığı

Yarı-iletken çip kıtlığı, 2021 yılında boy gösteren ve ilk duyduğunuzda şaka olarak algılayabileceğiniz bir olaydı. Küresel çapta yaşanan bu “komik” kıtlık, pek çok ülkenin elektrikli araçlar üzerine yapacağı yatırımları sekteye uğrattı. Hâlâ süren kıtlığın temel sebebi ise üreticilerin çevre dostu araç şirketleri yerine elektronik şirketlerine öncelik vermiş olması. Yani anlayacağınız üzere çip kıtlığı 2022’nin ve belki de ilerleyen senelerin fenomenlerinden olmaya devam edecek, çünkü metaverse’e dahil olan temel donanımların tamamı için elektronik çipler değişmez bir önem arz ediyor.

Peki Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları Da Bizimle Gelecek Mi?

Hepimiz hayatlarımızı metaverse’e yavaş yavaş kaydıracağımız günleri merakla beklerken, kafamızdaki tek soru işareti çevre dostu teknolojiler değil. Bildiğiniz üzere SKA’lar su kıtlığından açlığa, eşit internet erişiminden cinsiyet eşitliğine kadar pek çok insani ve hayati değeri barındırıyor. Her ne kadar biz metaverse’de sürdürülebilirliğin çevresel yönünü ele alsak da, sosyal statüler arasındaki değişkenler toplum hayatımızı çok daha derinden etkileyecek. Bugün yükselişe geçen pek çok yıkıcı teknoloji başlığı için (3D baskı, blockchain vb.) demokratik vurgusunu yapıyoruz. Peki metaverse tüm dinamikleriyle demokratik, eşit ve kapsayıcı bir düzene mi sahip olacak? Yoksa sınıflar arası ayrımın daha da keskinleştiği ve fırsat eşitsizliğinin bir kavram olmaktan çıkıp toplum düzeninin gerçekliği haline geldiği bir distopya mı? Bu soruların cevabını ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz.