Skip to main content

Yapı ve bina güvensizlikleri arttıkça aslında senelerdir estetik kaygıları harekete geçiren çarpık kentleşmenin ne kadar ciddi bir problem olduğu gözler önüne seriliyor. Türkiye özelinde mimari güvensizliğin her geçen gün derinleşmesi, özellikle maddi kaygılar göz önüne alındığında ortak yaşam ideasının pek de hayalde kalmaması gerektiğini gösteriyor.

Peki lekelenen kentleşme konsepti, hem ekonomik hem de sosyal yönden zorunluluk hissi yaratan ortak yaşam kültürüne yenik düşecek mi?

Maliyet + konfor = Co-living zorunluluğu

Kaynak: Unsplash

Co-living, daha da Türkçeleştirilmiş haliyle ortak yaşam, yatak odası gibi özel alanlar haricinde mutfak, banyo, oturma odası gibi alanların ortak kullanılması anlamına geliyor. Esasında bunu çoğumuzun aşina olduğu ev arkadaşlığı konseptine benzetebiliriz. Modern hayat yalnızlaşmasını önlemesiyle sosyal açıdan da iyi bir alternatif olarak karşımıza gelen ortak yaşam kültürü, içinde bulunduğumuz mevcut durumda zorunluluktan doğan bir seçenek gibi hissettiriyor. Yüksek kiralara karşın güvensiz yapılarda barınmak istemeyen kent sakinleri, tanıdıkları ya da tanımadıkları insanlarla geceleri yastığa başını rahat koyabilmek adına birlikte yaşamaya razı oluyor. Aslında bizim kültürümüzde var olmasına rağmen pek oturtamadığımız bu yaşam tarzına “razı olmak” şımarıklık mı? Yoksa dünyanın pek çok yerinde uzun süredir benimsenen ortak yaşam düzenini oturtmakta sancılar çekmek normal mi?

Yalnızlığımız yollarımıza pusu kurmuş

Aslında başından beri ulaşmak istediğimiz nokta, bugünün getirisi yalnızlık değil miydi? 3D yazıcılarımızdan parçalar basacak, drone kuryeler ile temassız teslim alacak, arkadaşlarımızdan vazgeçip ChatGPT ile role-play oyunlar oynayacaktık. Maddiyat ortak yaşamın en önemli mazereti gibi görünse de, sosyalliğe acıktığımız bir dönemde yaşıyoruz. Uzaktan ya da fiziksel çalışma hayatımızın sonrasında kimseyi görmeden uyuduğumuz akşamlar insan doğasına aykırı. Herkesin benzer yoğunlukları olduğunu göz önüne alırsak, bizimle vakit geçirecek o insanları bulmak bir hayli zorlaşıyor. Peki o insanlar ile bir evin salonunu paylaşsak işler kolaylaşır mıydı? Sosyallik, hatta artırırsak multidisipliner bir ortamda yer alma ihtiyacı ortak yaşam alanlarını bir zorunluluk olma hissinden koparıyor. Artırdığımız versiyonu için co-living’in co-working ile birleşmiş en güçlü formu diyebiliriz.

İşi nedeniyle sık seyahat edenler için de ortak yaşam alanları güzel bir alternatif sunuyor. Hem mülk ya da eşya gibi bağlayıcı unsurlardan uzak kalıyorsunuz, hem de bulunduğunuz ülkede ya da şehirde farklı insanlarla bağlantı kurabilme şansına sahip oluyorsunuz. 

IKEA’nın inovasyon laboratuvarı olan Space10 ve anton & irene ortaklığında gerçekleştirilen OneSharedHouse2030 araştırması 2030 yılında yaşayacağımız şehirlerde birlikte kullanacağımız evlerin nasıl dizayn edilmesi gerektiğine dair fikir edinmek için başlatılmış bir anket çalışması. Linke tıklayarak 2030 yılındaki olası istatistiklere ulaşabilir, henüz deneyimlemediğimiz ortak yaşam dünyasına kısa bir bakış atabilirsin.

OneSharedHouse2030’un ana paneli.

Ne düşünüyoruz?

Hâlâ ortam yaşam kültürünü olumlu açıdan mı yoksa olumsuz açıdan mı ele aldığımızı anlayamadın değil mi? İnan, bunun tek bir tanımı yok. Öyleyse bunu oyunlaştıralım ve maddi külfeti daha düşük, sosyalleşme hissinin ve komün kavramına giden yolun kapılarını açan, zincirlenmiş hissini arka plana atan ortak yaşam alanlarını kendi kelimelerimizle tanımlayalım!

“Geleneksel yaşam tarzına uygun bir alternatif”

“Düşük maliyet ile yüksek sosyallik imkânı”

“Kendini bir yere ait hissedemeyenler için kolay terk edilebilir yaşam alanları”

“Yapbozun parçası olamayan herkes için saklama alanı”

.

.

.

Senin ortak yaşam alanı tanımlaman ne olurdu?