Skip to main content

Kentleşme kavramı başına çarpık sıfatını almaya başladığı günden beri, şehirlere dair olumsuz gördüğümüz her şeyin yükünü omzunda taşıyor. Makus talihi ile imajı lekelenen kentleşme konsepti, aslında bugün modern dünyaya dair sevdiğimiz pek çok şeyi içinde barındırıyor. Sanayi Devrimi’nin çocukları olan kentlerimizi yaşanabilir ve gerekli kılan noktaları pozitif bir bakış açısıyla ele almak mümkün mü?

Geleneksel Planlamacılığın Hayaleti

Şu an içinde yaşadığımız kent planları geleneksel bir yaklaşıma dayanıyor. İnsan nüfusunun her geçen yıl üstel bir grafikle arttığını göz önüne alırsak, düşük bir nüfus yoğunluğu ve kısıtlı imkânların içinde gelişen kentlerimizin daha yenilikçi ve kompakt bir tasarıma sahip olmasını gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne yazık ki ihtiyaçların çözümlere oranla çok daha hızlı artması, yaşam alanlarımızın üzerine düşünmemize pek şans vermiyor.

Bursa’dan bir çarpık kentleşme örneği

Çoğunluğumuz büyük şehirlerde yaşıyoruz. Göz zevkimize hitap etmeyen çarpık kentleşme tablosu bir yana patlak veren kira krizi hayat kalitemizi düşürüyor. Fahiş fiyatlara tuttuğumuz yüksek manzaralı apartman daireleri içinde sıkıştığımız modern hayat koşturmasının sonunda hapsolduğumuz bir dört duvar gibi hissettiriyor. Hem Dünya’nın bize sunduğu alandan çalan hem de kendimizi evimizde hissetmekten çok uzakta konumlanan yüksek katlı apartmanlar geleceğin fütüristik hapishaneleri olarak değerlendirilebilir mi?

Sürdürülebilir Kentleşme

Her ne kadar içinde yaşadığımız tablo pek de iç açıcı olmasa da sürdürülebilir konseptler yaramızı bir nebze olarak da sarmak için var gücüyle çalışıyor. Akıllı şehir kavramının teknolojiden çok daha öte şehri ve çevreyi iç içe yaşatacak bir noktada konumlandırması, belki de mantar gibi türeyen konutlarımızın aslında o kadar da canavarlaşmayacağının bir göstergesi olabilir. Özellikle yenilenebilir enerjilerin desteğini alan sürdürülebilir kentleşme, şehirden kaçışın önüne dikilebilir.

2030’a kadar dünya nüfusunun %60’ından fazlasının şehirlerde yaşayacağı öngörülüyor.

Şimdi konut düzeyinde sürdürülebilirliği bir kenara bırakıp aslında bir o kadar büyük bir problem olarak karşımıza gelen ulaşım sorununu ele alalım. Elektrikli ulaşımın büyük oranda kömür kaynaklı yakıtlara dayanması, karbon sıfır noktasına ulaşma yolundaki umutlarımızı köreltiyor. Elbette bir anda tüm büyük şehirlerde herkesin bisiklete binmesini beklemiyoruz fakat çözüm odaklı hamleler enseyi karartmamıza engel olabilir. Bu noktada yıllardır savunulduğu üzere bireysel ulaşım araçlarının azalması ve kent hayatının toplu taşımayla yüksek bir entegrasyon içinde olması gerekiyor. 

Bisiklet kullanımı, şehirler park alanı, bisiklet yolu gibi yeterlilikleri sağlayabildiği takdirde en sürdürülebilir bireysel ulaşım yollarından biri olarak değerlendiriliyor.

Ne kadar az otomobil o kadar az karbon salınımı demek ve herkes elini taşın altına koyduğunda bireysel farkındalığın sonuçları gözle görülebilir hale gelecek. Tabii bisiklet gibi alternatifleri yabana atmıyoruz fakat ne yazık ki pek çok şehir henüz bisiklet ulaşımını sağlıklı bir şekilde kaldırabilecek düzeyde değil. Vatandaşların refahını artıracak bisiklet yolları, güvenli park alanları ve elektrikli bisiklet gibi araçlar için artırılacak şarj noktaları gibi unsurlara erişimin artması çevre dostu yöntemler için teşvik edici olabilir.

İç açıcı bir örnek: Kopenhag

Kopenhag, sürdürülebilir şehir konseptinde tam bir rol model teşkil ediyor.

Bugüne kadar bahsettiğimiz tüm çözümleri bir arada yürütmek için çaba gösteren Kopenhag, 2025 yılında dünyanın ilk karbon-nötr başkenti olmayı hedefliyor. Bu altı boş bir hedef değil, sürdürülebilirliği hedeflemekten çok yaşayan şehir büyük küçük diğer şehirlere örnek olacak adımlara imza atıyor. Örneğin az önce bahsettiğimiz ulaşım çözümleri ile ilgili, Kopenhag halkının %29’unun otomobil sahibi olduğunu ve bisikletle ulaşımın şehrin değişmez bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. 2010’dan beri yeşil çatı uygulamalarına ağırlık veren şehir; temiz su, rüzgar enerjisine yapılan yatırımlar, ağaç dikme girişimleri gibi hamleleriyle geleceğin şehircilik anlayışına dair umutlarımızı yeşertiyor.

Ortak Paylaşımın Birleştirici Gücü

Ortak paylaşımlı evler hem sürdürülebilir hem de dinamizmi körükleyen bir çözüm olarak karşımıza geliyor.

Sürdürülebilir kent yaşamı söz konusu olduğunda co-living vazgeçilmezimiz. Büyük şehirlerde insanların giderek yalnızlaşması ve maddi olarak karşılanabilirliğin azalması insanları gruplar halinde birlikte yaşam alanları oluşturmaya itiyor. Geçmişte daha geleneksel temellere oturan ortak yaşam hareketi bugün hem bizim hem de arkamızdan yetişen kuşakların taleplerine göre tekrar gündeme geliyor. Daha konforlu bir yaşam, merkezi, rahat, yaşanabilir daireler hep beraber paylaştığımız zaman anlam kazanıyor.

Aynı zamanda değişen çalışma şartları ile mobilitenin artması ve tek bir yere bağlı kalma talebinin giderek azalması insanları sınırlayacak çeşitli unsurların da ortadan kalktığı bir yaşam ideali gerektiriyor. Oradan oraya taşınırken nakliye, taşıma ücretleri, her defasında ödenen depozitolar gibi yüklerle uğraşmak istemeyen herkes mülk edinmeme özgürlüğünü ortak yaşam alanlarına gösterdiği rağbet ile sağlıyor. Hem dünya hem de bireyler için sürdürülebilir bir tercih olan co-living, dinamik ve karşılanabilir konforlu hayatın anahtarı. Kim bilir belki bir gün hepimiz ev arkadaşı olarak karşılaşabiliriz.