Ülkemizi derinden sarsan 6 Şubat depremlerinden sonra gerek bölge sakinleri gerek halkın geri kalanı pek çok soru sormaya başladı. “Deprem vergileri nerede?” “İnsanlara toplu mezar olan yapılar neden dürüstçe denetlenmedi?” “Evlerimizi bırakıp nereye gideceğiz?”
Uzun vadede yeni bir kent hayatı ve insanların tekrardan toplumsal hayata dahil olabileceği alanlar yaratabilmek adına geçmiş tecrübelerden ders çıkarabiliriz. Bu noktada 2010 yılında Şili’de yaşanan depremde büyük hasar alan Constitución’un hikayesi tasarımcılara ilham verebilir. Mimar Alejandro Aravena’nın toplumsal katılımı merkeze aldığı bir kentin yeniden doğuş hikayesi esasında hem doğanın hem de birlikte yaşayan insanların dinamiklerine göre hareket etmenin önemini gözler önüne seriyor.
Toplumsal katılımın iyileştirici gücü
27 Şubat 2010’da Şili yaklaşık 3 dakika süren 8.8’lik bir deprem ile sarsıldı. Ülkenin güney ve orta bölümü büyük oranda tahribata uğradı. Evler, köprüler, demiryolları, otoyollar ve hayatın kendisi harap oldu. Üstüne üstlük yaşanan tsunami, felaketin boyutlarını katladı.
Sosyal konut projelerinde uzmanlaşmış Elemental’de mimar olan Alejandro Aravena’nın onarım macerası böylece başlamış oldu. Hızlıca alınan bir aksiyon ile afetten büyük ölçüde etkilenen Constitución’ın kaderini yine kentin güzel günlerini paylaşan sakinleri belirledi.
Toplumsal katılımcılığı benimseyen firmalar ile birlikte çalışan Aravena’nın 100 günü vardı. Ve bu 100 günü hem bir kentin yaşamını canlandıracak hem de bunu kamu binalarından açık alanlara, ulaşımdan konutlara kadar deprem ve tsunami riskinden koruyacak bir alan tasarlamak için kullanması gerekiyordu. Proje İspanyolca kısaltması PRES olan ve “sürdürülebilir yeniden inşa planı” olarak çevirebileceğimiz bir model ile finanse edildi. Aravena’ya göre 100 gün harap olmuş bir şehirde sonsuz gibi hissettirebilir ancak bir kenti yeniden tasarlamak için oldukça kısa bir zaman.
Öncelikle kentin ana meydanına “açık ev” diyebileceğimiz bir yapı inşa edildi. Bu yapının inşa amacı kent sakinlerinin istedikleri zaman gelip mevcut tasarımlar hakkında fikir sahibi olabilmesi, hatta dahiliyet gösterebilmesiydi. 78 yaşındaki bölge sakini Dolores Chamorro, bu fırsatı “Bu genç mimarların gelip bize nasıl bir şehir istediğimizi gerçekten düşündürmesi harikaydı.” şeklinde değerlendiriyor.
Doğal afetlerde, doğayla el ele
Tasarı sürecinin sonunda Aravena’nın elinde üç farklı seçenek vardı. Bunlardan ilki yerle bir olan arazinin nadasa bırakılması ve yerleşkenin bina inşasına komple kapatılmasıydı. Ancak yasa dışı ve kontrolsüz yaşamanın tam olarak kontrol edilemeyeceğine dair duyulan endişe bu seçeneği devre dışı bıraktı.
İkinci seçenek ise dev dalgalara karşı koruma amaçlı dev duvarlar inşa edilmesiydi. Ancak 2011’de Japonya’da meydana gelen tsunami felaketinde duvarların işlevsizliği güven içinde yaşanan bir alan oluşturmak için yeterli olmayacağının bir ispatı olarak görüldü. Doğadan gelen bir tehdit için beşeri değil, doğanın ta içinden gelen bir alternatif üretmek en sağlıklısı olacaktı. Aynı zamanda bölgenin sadece deprem ve tsunamiye değil, sık yaşanan sel felaketlerine de açık olması sürdürülebilir bir çözüm bulmayı mecburi kılıyordu.

Japonya’da tsunamiye karşı inşa edilen duvarlar
Kaynak: HaberTürk
Ve böylece üçüncü seçenek doğdu. Nehir kenarının kamulaştırılarak yerleşim alanı ve dalgalar arasında tampon olarak konumlanabileceği bir ormana dönüştürülmesi. Oylamaya davet edilen Constitución halkının favorisi olan üçüncü seçenek, aciliyetle uygulamaya dönüştürüldü. Ormanda yer alacak ağaçlar sayesinde olası bir tsunaminin etkileri %40-70 oranında azaltılacak ve halka ait kamusal bir alan toplumsal yaraları sarmaya yardımcı olacaktı. Üstelik uzun yıllardır kişi tekelinde olan ve halkın erişim sağlayamadığı nehir kıyıları da böylelikle herkese açık hale gelecekti.

Constitucion için nehir kenarlarını ormanlaştırma projesi tercih edildi.
Bu hikayeden ne öğrendik?
Şili hâlâ bir deprem bölgesi ve düzenli olarak yer sarsıntıları ile mücadele etmeye devam ediyor. Her ne kadar Şili halkının ve hükûmetin bu örnekten aldığı dersler tartışmaya açık olsa da, biz son yaşadığımız deprem felaketi doğrultusunda bazı noktalardan ilham alabiliriz. Toplumsal iyileşmeyi hızlandıran birlik olma hissi ve bir kentin sakinlerinin yaşadıkları yer hakkında söz sahibi olması afetin yaralarını sarmanın en önemli yollarından biri.
Felaketlerin ardından çözüm süreci 1-2 ay gibi kısa bir sürede gelmiyor, geniş ve uzun zamana yayılmış, incelikli çalışmalara dayanıyor. Belki de asıl cevap sadece güçlü yapılar oluşturmakta değil, hem kent sakinlerinin aidiyetini besleyecek hem de bölge koşullarına uyum sağlayacak yaşam alanları kurmaktadır. Bu çözüme giden en önemli yol da bölge insanının ihtiyaçlarına yönelik doğru soruları sormakta. Hazır cevaplar üzerine ilerlemektense sorular ile şekillenmek sağlıklı bir geliştirme sürecinin anahtarı olabilir. Nihayetinde yukarıdaki hikayeden deprem bölgelerinin kıyıları ile kent arasına ormanlaştırma yapılması gerektiğini çıkarmak en yanlış yaklaşım biçimi. Neye göre ve kimin için uygulanması gerektiği ve en önemlisi o bölgede uzun zamandır yaşayan insanların asıl sorun ve ihtiyaçlarının neler olduğu söz konusu çözüm süreçlerinde belirleyici unsur olarak yer alıyor.
İleri okuma: Felaket Sonrası Toplumsal İyileşme Rehberi