Skip to main content

2025 yazı, ormanlar için yalnızca sıcak bir sezon değil, geri dönüşsüz bir kayıplar zinciriydi. Türkiye genelinde üç ay içinde 260’tan fazla orman yangını çıktı. En çok etkilenen iller arasında İzmir, Bursa, Karabük ve Hatay vardı. İzmir’de 50 binden fazla kişi evlerinden tahliye edildi; Ödemiş’te üç kişi yaşamını yitirdi. Karabük’te 19 köy boşaltıldı. Aynı dönemde Avrupa’nın güneyinde de benzer felaketler yaşandı. Yunanistan, İspanya ve Fransa’da toplam 292.000 hektardan fazla ormanlık alan yok oldu. Küresel ölçekte ise tropik bölgelerde 6,7 milyon hektar birincil orman alanı kaybedildi.

Yangınlar yalnızca doğayı değil, ona dair toplumsal hafızayı da silip süpürüyor. Fakat bir başka görünmeyen yangın daha var: aceleyle yapılan, sürdürülebilirlikten uzak ve ekolojik bütünlüğü göz ardı eden “ağaçlandırma” çalışmaları. Çünkü ormanları geri getirmek yalnızca fidan dikmekle olmaz. Yeniden doğmak, önce neyin kaybedildiğini anlamakla başlar. Her ağaçlandırma çalışması bir umut taşıyabilir ama yanlış yapılan bir dikim, onarılabilir zararın ötesinde yeni ekolojik tehditler de yaratabilir. Bu nedenle, yangın sonrası yapılacak her adımın bilgiye, sabra ve yerel bağlama duyarlılığa dayanması gerekir.

Kaynak: Pexels

Zararın Haritası: Yalnızca Yananı Değil, Kaybolanı da Anlamak

Bir yangının bıraktığı iz sadece küllerden, çıplak ağaçlardan ibaret değil. Yangınlar nedeniyle ne yazık ki gözle görünenden çok daha fazlası kayboluyor. Toprağın nemi, gölge isteyen bitkiler, o alandaki ekolojik ilişkiler ve yaşam döngüsü… Bu nedenle, yangın sonrası ilk yapılması gereken şey alanı “yeşillendirmek” değil, durup en doğru adımın ne olduğunu anlamak.

Hangi canlı türleri yok oldu? Bu ekosistem kimlerin evi? Örneğin Akdeniz çam ormanlarında sadece çamlar değil, onlarca tür kuş, sürüngen ve polen taşıyan böcekler yaşıyor. Yangın yalnızca ağaçları değil, bu karmaşık ilişki ağını da yok ediyor. Eğer bu ağı tanımazsak, kurmaya çalıştığımız yeni yapı da eksik kalacak, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Özellikle yangın sonrası ilk aylarda yapılan gözlem ve analizler, toprağın yapısal değişimini, yer altı su döngüsünün bozulup bozulmadığını ve faunanın geri dönme kapasitesini anlamak için kritik önem taşıyor.

Toprağın içindeki mikroorganizmalar bile yangınla zarar görebilir. Bu yüzden gözle görülemeyen ama ekosistem için hayati olan unsurların tespiti, onarımın ilk adımıdır. Aksi takdirde iyileştirme niyetiyle yapılan her şey, daha büyük bir bozulmayı beraberinde getirebilir. Doğanın neye ihtiyacı olduğunu anlamak, o doğanın dilini öğrenmek gibi aslında. Bu dili bilmeden yapılan müdahaleler, iyi niyetli olsa bile sonuçsuz kalabilir.

Doğru Tür, Doğru Zaman, Doğru Yöntem: Ormanı Tekrar Kurmak Bilgiyle Mümkün

Her ağaç doğayı kurtarmaz. Doğru olmayan bir zamanda, uygun olmayan bir bölgeye, ekosisteme uyumsuz bir tür dikmek; ekolojik çeşitliliği artırmaz, tersine azaltır. Son yıllarda yangın sonrası hızlıca yapılan dikimlerde sıkça karşılaşılan sorunlardan biri bu: hızlı büyüsün diye seçilen, yangına daha dayanıklı olduğu sanılan ama doğaya yabancı türler…

Örneğin bazı bölgelerde meşe gibi yerel türler yerine çamlar tercih ediliyor çünkü çamlar daha hızlı büyüyor. Ancak çam reçinesi yanıcıdır ve monokültür çam ormanları gelecekteki yangınlar için davetiye çıkarır. Ayrıca toprağın alt katmanını fakirleştirir ve başka türlerin gelişmesini engeller. Oysa meşe gibi yavaş büyüyen ama dayanıklı türler, uzun vadede ekosisteme çok daha büyük katkı sağlar.

Ekolojik onarımda zamanlama da önemlidir. Ağaç dikimi, uygun mevsimde ve yağış döngüsüne göre yapılmazsa tutma ihtimali düşer. Doğa, döngülerle çalışır; bu döngüye saygı duymak, onarımın en temel ilkesi olmalıdır. Ayrıca dikim teknikleri de bölgeye göre değişmelidir. Eğimli arazide teraslama yapılmadan dikilen fidanlar, ilk yağmurda sürüklenip gider. Bu yüzden ekolojik bilgi kadar yerel coğrafya bilgisi de restorasyon çalışmalarının merkezinde olmalıdır.

Yeniden Yaşanabilir Bir Ekosistem Kurmak

Ormanı yalnızca ağaç olarak görmek, doğayı sadece dekoratif bir alan olarak görmekle eşdeğer. Oysa ormanlar karmaşık, çok katmanlı yaşam alanları olarak hayatlarımızda yer ediniyor. Alt katmanda otsu bitkiler, yer örtücüler; üst katmanda tırmanıcı sarmaşıklar, orta katmanda kuş yuvaları, çalılıklar… Her biri birbiriyle hayat boyu etkileşim halinde.

Yangın sonrası yapılan “ağaçlandırma” projelerinde bu çeşitlilik çoğu zaman unutuluyor. Oysa geri dönmek sadece ağaç dikmek değil; toprağı yeniden canlandırmak, su yollarını korumak, polinatör canlıları bölgeye çekmek, çalılıklar için alan bırakmak ve yaban hayatı için güvenli bölgeler oluşturmak anlamına geliyor. Bu alanlarda yeniden hayat bulacak canlılar, yalnızca biyoçeşitliliğin değil, aynı zamanda bir ekolojik dengenin teminatıdır.

Sadece ormanın değil, içinde yaşayan türlerin ve o alanla kurduğumuz hafızanın da yeniden inşa edilmesi gerekir. Hatıraların da bir ekolojiye ihtiyacı vardır. Çocukların meşe palamudu topladığı, sabah yürüyüşlerinin yapıldığı, kamp ateşlerinin yakıldığı ormanlar; ekosistem kadar toplumsal hafızanın da parçalarıdır.

Toplumun Katılımı ve Yerelin Bilgisiyle Onarmak

Yangın sonrası restorasyonun yalnızca teknik bir mesele olduğu sanılır. Oysa yerel bilgi, kuşaklar boyunca süzülerek gelen deneyimler, doğayla kurulan gündelik bağlar bu sürecin vazgeçilmez parçasıdır. Hangi yamaca hangi ağaç dikilmeli? Hangi canlılar burayı yurt edinmişti? Yerel halk bu bilgiyi taşır ve aktarır.

Ayrıca bu tür felaketlerden sonra yalnızca doğa değil, insanlar da onarılmak ister. Kolektif ağaç dikme etkinlikleri, çocukların sürece katılması, gençlerin izleme projelerine gönüllü olması, psikolojik olarak da toplumsal bağları güçlendirir. Ortak emekle yeşeren bir fidan, sadece doğanın değil, topluluğun da yeniden canlanmasına işarettir.

Doğaya yeniden bağlanmak, aynı zamanda toplumsal olarak iyileşmenin de yoludur. Bu bağlamda STK’lar, belediyeler ve yerel halk arasında kurulacak iş birlikleri, onarım sürecinin uzun ömürlü olmasını sağlar. Doğa, yalnızca koruyarak değil; birlikte üreterek de yaşatılır.

Doğaya Kendi Kendini Yenileme Alanı Bırakmak

Ekolojik restorasyon bazen hiçbir şey yapmamakla başlar. Eğer toprak hâlâ canlıysa, eğer yanmış gövdeler hâlâ tohum taşıyorsa, doğa kendini yenilemeye başlar. Bu süreç yavaştır ama sürdürülebilirdir. Özellikle Akdeniz ikliminde bazı türler yangına uyum sağlayacak şekilde evrimleşmiştir. Örneğin bazı çam türleri, sadece yangın sonrası çatlayan kozalakları sayesinde yeni bireyler oluşturabilir.

Yanan bölgelere hemen fidan dikmek, bu doğal yenilenme sürecini sekteye uğratabilir. Çünkü her dikim işlemi toprakta bir müdahaledir. Alternatif restorasyon yöntemleri, örneğin permakültür uygulamaları, biyolojik koridorlar ve doğal yenilenme destek programları, çok daha sağlıklı ekosistemlerin kurulmasını sağlayabilir. Bu yöntemler doğaya kendi ritmini bulması için alan tanır.

Doğayı kurtarmak değil, onunla birlikte yaşamak hedeflenmeli. İnsan merkezli değil, ekosistem merkezli bir yaklaşımla ancak onarıcı olmayı başarabiliriz. Yangın sonrası yapılan onarımlar sadece doğayı değil, insanı da iyileştirir. Ancak bu iyileşmenin olması için; rakamlara, törenlere ya da sertifikalara değil, bilgiye, sabra ve hafızaya ihtiyaç vardır.

Fidan dikmek kolay. Ama bir ağacın gölgesinde yaşamak, o alanı korumak, toprakla bağ kurmak zaman ve çaba istiyor. Doğa her zaman kimsenin görmediği emekleri aklında tutuyor. Bu nedenle göstermelik değil, kalıcı iyileşmelerin yolu bu. Onarmak, toprağa emekle dokunmak kadar, doğayı bir ortak olarak görmekle mümkün.

Yeniden yeşermek istiyorsak, önce neyi kaybettiğimizi tam olarak bilmemiz gerek. Ve her dikilen fidanın arkasında, geleceğe dair bir irade olduğunu unutmadan hareket etmeliyiz.