Yerli su teknolojileri, iklim krizinin sertleştiği bu dönemde yeniden gündeme geliyor. Yüzyıllar önce geliştirilen bu sistemler, suyu kontrol etmeye değil, onunla uyum içinde yaşamaya dayanıyor.
Mimar Julia Watson, Lo-TEK Water adlı kitabında bu kadim bilgileri yeniden görünür kılıyor ve sekiz farklı yerli topluluğun geliştirdiği onarıcı su yönetimi yöntemlerini derliyor. Her biri, modern mühendisliğin unuttuğu bir denge biçimini hatırlatıyor:
doğanın akışına karşı durmak yerine onunla birlikte tasarlamak.
1. Yakchal Buz Evleri – İran
Pers çöllerinde, yüzlerce yıl önce inşa edilen yakchal yapıları, yaz sıcağında bile buz depolamak için kullanılıyordu. Kerpiçten yapılan bu kubbeler, rüzgârın yönüne göre yerleştirilen havalandırma kanallarıyla gece serinliğini içeri alıyor, kalın toprak duvarlarıyla ısıyı hapsediyor.
Bu yapıların sırrı, yerel malzeme, iklim bilgisi ve geometri arasındaki hassas dengede yatıyor. Bugün tasarım ofisi Emerging Objects, bu sistemi 3D baskı teknolojisiyle yeniden yorumluyor.
Kil, bir zamanlar elle yoğruluyordu; şimdi dijital kodlarla şekilleniyor ama prensip aynı. Soğutma toprakla, denge doğayla sağlanıyor.

Kaynak: dezeen
Fotoğraf: Ronald Rael & Virginia San Fratello
2. Ngais Pasir Terasları – Endonezya
Java Adası’nın volkanik yamaçlarında, yüzyıllardır basamak basamak inen yeşil teraslar var. Bu teraslar, suyun akışını yavaşlatırken, toprağın erozyonla kaybolmasını önlüyor ve her basamakta biriktirdiği suyla doğal bir sulama sistemi oluşturuyor.
Bugün bu yaklaşım, modern şehirlerde de yeniden karşımıza çıkıyor. Bangkok’taki Chulalongkorn Centenary Park, aynı mantığı kentsel ölçekte uyguluyor: Yağmur suyunu yeşil rampalarda topluyorr, doğal göletlerde filtreler ve yer altı suyuna geri kazandırıyor.
Bu örnekler, kırsal zeka ile kentsel mühendisliğin ortak bir dil kurabileceğini gösteriyor. Tasarım aynı kalıyor; sadece ölçek değişiyor.

Kaynak: dezeen
Fotoğraf: Adeng Bustomi
3. Sangjiyutang Tarım Sistemi – Çin
Guangdong deltasında yer alan Sangjiyutang sistemi, doğanın döngüsünü mükemmel şekilde taklit eden bir üretim modeli.
Balık havuzları, dut ağaçları ve ipekböcekleri arasında kurulan ilişki şu şekilde işliyor:
-
Dut yaprakları ipekböceklerini besler,
-
İpekböceklerinin atıkları balıklara yem olur,
-
Balıklar suyu ve toprağı gübreler,
-
Havuz tabanından çıkarılan çamur, tekrar ağaçlara besin olur.
Bu kapalı döngü, hem sel kontrolü sağlıyor hem de üretimi sürdürülebilir kılıyor. Bugün Çin’in kıyı bölgelerinde geliştirilen mangrov parkları ve yağmur bahçeleri, bu anlayışın modern karşılığı olarak görülüyor.

Fotoğraf: FAO/Jianyi Dai
4. Mithache Agor Tuz Havuzları – Hindistan
Goa’nın gelgitli kıyılarında yer alan mithache agor adı verilen tuz havuzları, bin yılı aşkın süredir kullanılıyor. Bu havuzlar, deniz suyunu aşamalı olarak buharlaştıran bir dizi toprak kanaldan meydana geliyor. Yazın tuz üretilirken; yağmur mevsiminde ise havuzlar balık çiftliğine dönüşüyor.
Aslında sistem bütünüyle tüm mevsimlerle ahenk içinde çalışıyor. Yağmur geldiğinde su birikiyor, sular çekildiğinde ise üretim süreci başlıyor. Her duvar, her kanal, gelgitin hareketine göre biçimleniyor.
Bu sistem, yükselen deniz seviyelerine karşı geliştirilen yeni kıyı altyapıları için ilham kaynağı oluyor: tasarımı doğanın döngüsüne göre yapmak, sabit bir yapı yerine yaşayan bir sistem kurmak.
5. Chinampa Yüzen Tarlalar – Meksika
Aztekler döneminde Meksika Gölü üzerinde kurulan chinampa sistemi, dünyanın en eski sürdürülebilir tarım yöntemlerinden biri.
Kamış ve çamurdan yapılan yüzen adalar, gölün sığ sularında kök salıyordu. Böylece her ada, toprağı ve suyu birleştiriyor, yılda sekiz hasada kadar verim sağlayabiliyordu.
Su kanalları hem sulama hem atık yönetimi hem de soğutma görevi görüyordu. Kolonizasyon sonrası göllerin kurutulmasıyla sistem büyük ölçüde yok olsa da, bugün Mexico City çevresinde yeniden canlandırılıyor. Bu model, günümüz “sünger şehir” (sponge city) tasarımlarının en erken örneği olarak sayılıyor.

Kaynak: dezeen
Fotoğraf: Joaquin Enriquez
6. Balık Tuzakları ve İstiridye Bahçeleri – Mikronezya & ABD
Pasifik adalarında görülen aech balık tuzakları, taş duvarlardan oluşan dairesel yapılardır. Gelgitin akışını yönlendirir, balıkları sığ göletlerde toplar, böylece hem besin hem ekosistem üretebilirler.
Benzer bir yaklaşım, Kuzey Amerika’daki Swinomish halkı tarafından sürdürülen istiridye bahçelerinde görülüyor. Kıyıya yerleştirilen taş teraslar, deniz kabuklularını korurken erozyonu önlüyor. Bu sistemler, bugünün “doğal kıyı savunması” projeleri için rehber niteliğinde.
İki sistem de aynı ilkeyi taşıyor: Denizi sınırlamak değil, onunla işbirliği yapmak.

Fotoğraf: Northwest Indian Fisheries Commission
7. Baira Yüzen Adaları – Bangladeş
Bangladeş’in her yıl sular altında kalan deltalarında, çiftçiler toprağı su üstüne taşıdı. Baira adı verilen yüzen tarım adaları, su sümbülü ve samanla oluşturulan kalın tabakalardan oluşuyor.
Bu tabakalar üzerinde sebzeler yetiştirilirken; sular çekildiğinde adalar çözülerek toprağı besliyor. Sistemin asıl gücü ise, istikrarsızlıktan beslenmesinde yatıyor. Su yükseldikçe ada yüzüyor, alçaldıkça ise tohumlar kalıyor.
Bugün bu yöntem, Pakistan ve ABD’deki yüzen ıslah alanı projelerine ilham veriyor. Baira, felaketle uyumlu yaşamın en sade örneklerinden biri.

Kaynak: dezeen
Fotoğraf: Mohammed Rezwan
8. Mercanla İşbirliği – Hawaii & Solomon Adaları
Solomon Adaları’ndaki Wale i Asi halkı, yüzyıllar boyunca canlı mercanları kullanarak yapay adalar inşa etti. Mercan, kum ve taşlarla oluşturulan bu adalar, zamanla ekosisteme karışır, yeni resifler oluştururdu. Her yıl eklenen katmanlar, adayı büyütürken mercanı da güçlendirirdi.
Hawaii’de ise lolo i’a olarak bilinen balık havuzları, lav taşları ve mercanla çevrilmiş, gelgitlerle nefes alan yapılardı. Bugün bu sistemler yeniden onarılıyor; hem balık habitatlarını canlandırıyor hem de kıyı erozyonunu azaltıyor. Temel fikir ise şu: inşa etmek, onarmanın başka bir biçimidir!

Fotoğraf: Wirestock, Inc./Alamy Stock Photo



