1999 Marmara Depremi’nin üzerinden 26 yıl geçti. 6 Şubat 2023 de neredeyse üç yıl önce yaşandı. Bu iki büyük felaketin ardından hem kentlerin hem de toplumsal reflekslerin nasıl değiştiği hâlâ tartışılıyor. Her anmada “unutmadık” deniyor, ama unutmadığımızı göstermek yalnızca yıldönümlerine sığmıyor. Çünkü afetler yalnızca yaşandığı gün değil, ondan sonraki yıllarda alınan kararlarla da şekillenir. Bu yüzden afet hafızası, yalnızca yas tutmakla değil; hazırlık, dayanışma ve kamu sorumluluğunu takip etmekle canlı kalır.
Hem kendini hem de sevdiklerini depreme hazırlamak adına Afet Krizlerine Hazırlık: Ready ve Evcil Dostlarımızı Afet Anına Hazırlama Rehberi içeriklerimize göz atabilirsin.
Depremler yalnızca yer kabuğunu değil, hayatın akışını da sarsıyor. Saatlerce süren artçılardan çok daha kalıcı bir etki bırakıyor zihinlerde. Kimi insanlar evini kaybediyor, kimisi komşusunu. Bir mahallenin sesi kesiliyor, bir okul bahçesi sessizleşiyor. Ama zaman geçtikçe bu görüntüler yerini başka görüntülere bırakıyor. Haber başlıkları değişiyor, sosyal medyada başka gündemler konuşuluyor. Geriye ise o anı yaşayanların belleği ve unutmamak için verdikleri çaba kalıyor. İşte bu nedenle, afetleri yalnızca kriz anında hatırlamak değil; gündelik yaşamın bir parçası olarak canlı tutmak, hafızalaştırmak gerekiyor.
Afeti hatırlamak, yas tutmanın ötesinde bir sorumluluk. Çünkü unutmak sadece acıyı değil, aynı zamanda geleceği de riske atıyor. Bu rehber, bir afetin ardından yalnızca nasıl “yeniden yapılır” sorusuna değil, aynı zamanda nasıl “yeniden hatırlanır” sorusuna da cevap arıyor.
Unutmamak Neden Bu Kadar Zor?
Afet sonrası yaşanan toplumsal şok hali, zamanla yerini görünür bir suskunluğa bırakıyor. Başta herkesin gündeminde olan yıkım, birkaç ay sonra yalnızca bazı insanların kişisel trajedisi gibi algılanmaya başlıyor. Bu sadece medyanın ya da siyasetin hızlı gündem döngüsüyle değil, aynı zamanda toplum olarak acı karşısında geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarıyla da ilgili. Kimi zaman unutmak, hayatta kalmanın bir yolu gibi görülüyor. Ama bu unutma hali, başka felaketleri çağırıyor.
Deprem kuşağında yer alan bir ülkede yaşıyoruz. Yine de bir sonraki sarsıntıya kadar depremi konuşmuyoruz. Afet bilinci çoğu zaman bir çantayla sınırlı kalıyor; oysa ihtiyaç duyduğumuz şey bir kültür, bir yaşam biçimi. Unutmanın bu kadar kolay olduğu bir yerde, hatırlamak bilinçli bir eyleme dönüşmek zorunda.
Hafıza Mekânları ve Yas Alanları
Toplumsal travmaların ardından ortak hafıza mekânları oluşturmak, sadece kayıpları onurlandırmak için değil; aynı zamanda topluca iyileşebilmek için önemli. Tıpkı savaş anıtları, müzeler ya da tarihi meydanlar gibi, afetlerin yaşandığı alanlarda da hafızayı diri tutacak sembollere ihtiyaç var. Bu bazen bir parkın köşesine dikilmiş küçük bir tabela, bazen bir okul duvarında çocukların çizdiği bir resim olabilir.
Japonya’da, 2011 Tōhoku depreminden sonra inşa edilen sessiz anıtlar ya da Şili’deki “Depremin Hafızası” parkları gibi örnekler, yalnızca kaybı değil, onarıcı hafızayı da temsil ediyor. Bu tür alanlar, insanlar için hem yas tutma hem de dayanışma kurma zeminleri sunuyor. Türkiye’de ise bu tür alanların eksikliği hissediliyor. Hatırlamak için fiziksel alanlar yaratmadığımızda, kayıplar yalnızca bireysel hatıralarda sıkışıp kalıyor.
Gündelik Hayatta Hatırlamak Mümkün mü?
Depremi sadece belirli günlerde değil, her gün hatırlamak mümkün. Ama bu, felaketin travmasını sürekli yaşamak değil; afet bilincini gündelik hayatın içine entegre etmek anlamına geliyor. Deprem çantası hazırlamak, bina sağlamlığını kontrol etmek, tahliye yollarını öğrenmek… Bunlar sadece acil durum hazırlığı değil; aynı zamanda afetle yüzleşmenin yolları. Ama asıl mesele şu: Bu pratikler birer alışkanlık hâline geliyor mu?
Okullarda çocuklara afetle baş etme becerileri kazandırmak, mahalle toplantılarında birlikte tatbikatlar düzenlemek, yerel yönetimlerin kamusal alanlarda açık bilgi panoları kurması… Hepsi hatırlamanın gündelikleşmesine hizmet eder. Çünkü afetler, unutulduğu yerde değil, hazırlıksız yakaladığı yerde yıkıcı olur.
Kamusal Alanın Rolü: Hatırlamak İçin Tasarlamak
Parklar, meydanlar, okul bahçeleri, toplu taşıma durakları… Kamusal alanlar yalnızca vakit geçirilen yerler değil; aynı zamanda bilgi aktarılan, duyguların paylaşıldığı, toplumsal belleğin şekillendiği alanlar. Bu alanların hatırlamayı kolaylaştıracak şekilde tasarlanması büyük önem taşıyor.
Bir oturma bankının arkasına yerleştirilen “bu mahallede 1999 depreminde x bina yıkıldı” gibi bir bilgi plağı; okul bahçesine dikilen dayanıklı yapı örnekleri; belediye binalarında sürekli açık kalan “afet ve onarım” sergileri… Bunlar, hatırlatmanın kamusal hâllerine örnek olabilir. Unutulmamalı ki kentler yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda duygusal ve tarihsel olarak da tasarlanabilir.
Hatırlamak Sadece Geçmişle İlgili Değil
Hatırlamak, geçmişe tutunmak değil; geleceği koruma iradesi göstermek demek. Unutulmayan her deneyim, bir sonraki nesil için hazırlık anlamına geliyor. Depremi yaşayanlar, bunu çocuklarına nasıl anlatıyor? Okullarda, medya organlarında, kent tasarımında bu hafıza nasıl yer buluyor?
Depremlerden çıkarılan derslerin sürekliliği, afet kültürünün canlı kalmasıyla mümkün. Hafıza kaybı, yalnızca bireysel değil; kurumsal düzeyde de yaşanabiliyor. Oysa her afet sonrası rapor, her gözlem, her kişisel tanıklık aslında bir bilgi bankasıdır. Hatırlamak, aynı zamanda bu bilginin aktarılmasıdır. Çünkü afetler yalnızca şiddetiyle değil, unutulduğunda yeniden yaşanmasıyla tehlikelidir.

Kaynak: Unsplash
Deprem Öncesi Hazırlık: Gerçekten Ne Yapabiliriz?
1. Oturduğun binanın durumunu öğren.
Varsa statik proje, yoksa belediye veya ilgili odalardan bilgi talep et. 1999 öncesi yapılmış bir binada oturuyorsan, riskin yüksek olabileceğini bil. Bina dayanıklılık testi pahalı olabilir; ama apartman sakinleriyle birlikte hareket edersen maliyet paylaşılabilir.
2. Evin içinde ağır eşyaları sabitle.
Yatak odasındaki dolap, mutfak üst dolapları, kitaplık gibi eşyalar depremde ölümcül olabilir. Bunları L demiriyle duvara sabitlemek 15 dakikalık bir iş ama etkisi büyük. Yapabiliyorsan camlara da kırılma filmi uygula.
3. Gerçek bir deprem çantası hazırla.
Bir şişe su ve bir düdükle sınırlı kalma. Her ev için bir tane değil, kişi başı çanta düşün. En az 48 saat idare edecek su, konserve, hijyenik ped, bebek varsa ona özel malzeme, el feneri, yedek batarya, ilaç, birkaç battaniye ya da ısıtıcı jel paketi bulunsun. Marketten alınacak 5-6 ürünle oluşturulabilir, önemli olan düzenli yenilemek.
4. Evin içinde güvenli alanları belirle.
“Ya deprem gece olursa?” sorusunu ciddiye al. Yatak başı gibi alanlarda sabit olmayan nesneleri kaldır. Deprem sırasında çökmeyecek masa veya iç duvar kenarlarını zihinsel olarak ezberle. Birkaç kez ailece tatbikat yap, gerçekmiş gibi.
5. Toplanma alanını öğren, ama oraya ulaşmanın yollarını da düşün.
Mahallendeki toplanma alanını e-Devlet’ten öğrenebilirsin. Ama oraya nasıl gideceğini, kaç dakikada varabileceğini, engeller varsa alternatif rotanı da bil. Sadece bilgi yeterli değil, fiziksel olarak da birkaç kez gitmiş ol.
6. Aile veya ev arkadaşlarınla plan yap.
Evde yalnız olmayabilirsin. Kim kime haber verir? Kimin çantasında ne var? Eğer çocuk varsa nasıl tahliye edilecek? Belki her şey plana göre gitmeyecek ama hiç plan olmamasından iyidir. Ve evet, yazılı olarak bir yere as.
7. Elektrik, doğalgaz ve su vanalarının yerini bil.
Deprem sonrası patlamaların büyük kısmı gaz kaçağından oluyor. Ana vanayı nasıl kapatacağını gerçekten öğren. Evdeki herkesin bunu bilmesi gerekir, sadece bir kişinin değil.
8. Komşularınla en az bir kere bu konuyu konuş.
Her şeyi devlet veya belediye organize etmeyecek. En zor anlarda ilk yardım, su, tahliye gibi konularda komşularınla dayanışma ihtimalin yüksek. Yan dairede yaşlı biri mi var? Engelli bir birey mi var? Bunları şimdiden bil.